haftanın videosu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haftanın videosu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haftanın Şarkısı 89 - Unshaken

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , , | Posted on 19:32

7

Merhaba.

Nasılsınız?

2019'a da girdik valla. 2 hafta da geçmiş hatta. Zaman çabuk geçiyor değil mi? 10. yıl yazısını yazmamın üzerinden bile 1,5 ay geçmiş.

Neyse orda da demiştim artık düzenli yazmaya çalışacağım diye ama işte malum hayat. Bi de o yazma temposunu kaybedince adaptasyon ve geri dönüş biraz zor olabiliyor.

Biraz da şu var; hayatımda bu blogu ilk açtığım döneme benzer bir dönem yaşıyorum. Biraz besleniyorum bu ara. Yani çok uzun zaman sonra tekrar film-dizi izlemeye, müzik dinlemeye, oyun oynamaya, kitap okumaya bol bol vakit ayırabiliyorum. Bi de son 2 senedir hiç bırakmadan devam ettiğim spor aktivitelerim var. Anlayacağınız aslında yazmak için malzemem de bollaşıyor. Sadece o rutine geri dönebilmek kalıyor. Bunu da umarım en kısa zamanda başarırım.

Efendim gelelim bu yılın ilk şarkısına. Yukarıda da dedim ya oyun oynamaya da geri döndüm diye. İşte bunun en büyük sebeplerinden biri de benim için gelmiş geçmiş en iyi oyun olan Red Dead Redemption'ın yıllardır beklediğim ikincisi ile son dönemde bir hayli meşgul olmam. Hoş, 1 aydır oynuyorum daha ama hala %20'lerdeyim. Evet oyun bitmesin diye biraz ağırdan almış ve her ayrıntıyı kılı kırk yararak, RDR dünyasında kendimi kaybetmiş de olabilirim. (İtiraf ediyorum evden dışarı çıkarken bazen apartmanın önünde atımı arıyorum)


Red Dead Redemption benim için "Video oyunları sanat mıdır?" sorusunu geçersiz kılan bir oyundur. İlk oyun özelinde konuşursak bir oyun değil, içine girdiğim bir western filmidir. Adeta "WestWorld" dizisinin bir simülasyonu gibi. Atmosfer, karakterler, muhteşem senaryo, müzikleri ve muhteşem sonuyla ilk oyun benim için bir sanat eseriydi. (The Last of Us'ı da bu alanda ikinci sıraya koyarım)

İkinci oyunda da özellikle John Marston'la karşılaştığım ilk sahnede gerçekten de boğazıma bir yumru oturdu. İlk oyunu oynayanlar sebebini anlamıştır.
Arthur Morgan karakteri ile her ne kadar John kadar olmasa da bir bağ kurmaya başladım hafiften. Herhalde en az 1-2 ay daha bitirmeden oynarım.

Sıkı takipçiler hatırlar blogda daha önce ilk oyunun muhteşem şarkılarından Far Away'i paylaşmıştım. Bu oyundan da bir şarkı koymamak olmazdı.

2019'un ilk şarkısı Red Dead Redemption 2'den D'Angelo'nun seslendirdiği : Unshaken



Ha unutmadan "Haftanın Şarkısı 89" demişken daha önce duyurduğum HBBA Soundtrack listesini de paylaşacağım yakında. Paylaşmadığım her geçen zaman için beni darlayabilirsiniz.

* Bu arada bizim eski soru sorma şeysi FormSpring'in güncel versiyonu CuriousCat hesabımdan da sorular sorabilirsiniz. Onun da linki burada.

https://curiouscat.me/herbokubilenadam 

** Son olarak Jenerikler yazı dizisinin devamı, Haftanın Vizyondaki Filmi, Netflix Dizi incelemeleri, Haftanın Dizisi yazıları da çok yakında burada. Gelmezse darlayın.

Öptüm.

Master Yalaka

Posted by Her Boku Bilen Adam | Posted in | Posted on 10:15

8

Gün geçmiyor ki ülkemizdeki "Yalakalık" seviyesinin sınırları zorlanmasın. "Daha fazlası olamaz herhalde" dediğimizde ise şaşırmaya devam ediyoruz.

Ertem Şener yalakalıktaki çıtayı adeta sırıktaki Sergei Bubka, pistteki Usain Bolt seviyesine çıkardı.

Kendisini tebrik ediyoruz.

Gekas Marşı

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 11:16

2

Bu yıl Avrupa'da gelen başarılara rağmen, son yaşanan derbi ile birlikte artık ne kadar çürüdüğü ortaya çıkmış Türk Futbolu adına bence bu yılın en güzel hikayesi Akhisar ve Gekas oldu.

Akhisar'ın Akigoları da Gekas için güzel bir marş yapmış.

Ne Zeus ne Perseus
Asıl tanrı bu deyyus
Ne Sow ne Burak Yılmaz
Theofanis Gekas...

Reyhanlı ve Biat Halifeliği

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 01:54

4

Son bir buçuk ay içinde 2 kez Başbakan'ın bulunduğu ortamlarda bulundum. Her ikisinde de ortamda Türkiye'nin en saygın iş adamları, üst düzey yöneticileri, Bakanları da bulunmaktaydı. Başbakan'ın bırakın etrafta olmasını, gelmesinin duyurulmasından itibaren sadece çalışanlarda değil; bu saydığım önemli isimlerde bile inanılmaz bir telaş gözlemledim.

Başbakan'ın salona girmesine saatler varken bile konuşmasının 10 dakikasını kendisine övgü olarak dizen "kodaman" diye tabir edeceğimiz önemli isimler,  teknoloji hakkında bir oturumdaki en alakasız konuyu bile "Sayın Başbakanımız'ın da izniyle" diye bağlayan Bakan'lar, hatta bilim adamları ile dolu birkaç gün geçirdim ve uzaktan yansımasını gördüğümüz biat kültürünün ne boyutta yaşandığını gözlemleme şansını yakaladım.

Ben Tayyip Erdoğan'ın yarattığı biat etkisinin Türkiye tarihinde eşine benzerine rastlanmayan ve bir daha da kolay kolay rastlanmayacak, hatta daha da abartayım Osmanlı dönemindeki padişahlık kurumuyla birebir aynı olduğunu düşünüyorum en basit şekilde ifade etmem gerekirse.

Şimdi diyeceksiniz ki "E zaten bunu bilmeyen mi var, her şey ortada".

Evet aynen öyle zaten. Amerika'yı yeniden keşfediyor değilim. Son 10 yılda sıra ile tasfiye edilen kurumlar ve her şeyin tek bir adamın ağzının içine bakar hale geldiği, hatta bunu iktidarın önemli bir vekilinin de "Boşuna oturuyoruz o koltuklarda" diyerek kabul ettiği bir sisteme geldik.

Başbakan ne isterse o oluyor.

Konu fark etmiyor. Siyaset olsun, spor, teknoloji her ne olursa olsun o ne derse, neyin yapılmasını emrederse o oluyor, ne hoşuna gitmezse o yasaklanıyor.

Sigarayı, içkiyle arası yok, hoop kanunlar, yasaklar...

Yarın öbür gün yediği balıktan zehirlense, olta satışının yasaklanacağı bir sisteme doğru gidiyoruz.

Böylece vatandaş olarak yaşamanın zaten zor olduğu ülkede, "AKP'li olmayan vatandaş" olarak yaşayabilmenin neredeyse imkansız hale geldiği bir ortam başarıyla yaratıldı.

Ama en tehlikelisi, bu iktidar gücü, bu biat kültürü, bu dalkavukluk artık kesmiyor onu.

O en başından beri aklında olan daha fazlasını, yani tüm Ortadoğu'nun, tüm müslümanların siyasi halifesi olma derdinde.

Bunun için de artık tamamen "Dark Side"a geçmiş durumda.




Artık kendi vatandaşı, kendi halkı, vicdanı, aklıselimi tamamen yitip gitmiş durumda ki aslında zerresi bile olduğundan şüpheliyim.
 
Sonu nereye kadar gidecek diyorsanız; güce tapan, zalimi sırtında taşımayı, alkışlamayı, uğradığı zulmü sineye çekmeyi benimsemiş bir toplumda oyunu kuralına göre oynayan bu adamın daha da ilerleyeceği ve artık freni patlamış kamyon hızıyla gideceği kanaatindeyim. Daha çok kurban var elimizde.

Artık daha çok öleceğiz.

Hopa'lar, Uludere'ler, Reyhanlı'lar daha da çoğalacak ve "Koyun" olmaktan "3 Maymun" olmaya terfi edeceğiz.

Doğa İçin Çal 4

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 10:27

0

Los Wachiturros

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 04:21

9

Uzun zamandır bu tip video koymuyordum siteye de gece gece pek güldüm bu veletlere. Özellikle sağdaki ufaklığın 20.saniyedeki hareketine dikkat!

Pump It

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 22:04

10

Haftanın Şarkısı neredeyse bir aydır orada öyle duruyordu. Benim gibi.

Neyse detaya girmeyeceğim. Oldu bir şeyler. Kaldı bir şeyler. Kalacak da. Kalıntılarla yaşamayı öğrenmek gerekiyor.

Neyse. (üçüncü "neyse" yok korkmayın)

Haftanın Şarkısı'nı değiştirmeye bu sabah izlediğim bir video gerekçe oldu. Çok da güzel oldu. Çok da hoş oldu.

Misirlou'nun neredeyse tüm versiyonlarını severim Yaralı Gönül'den tutun da Pulp Fiction'a kadar. Black Eyed Peas'in versiyonu da en sevdiklerimdendir.

Ama bu şarkıya bu havayı sanırım kimse katamamıştı.

Beyaz Show'a çıkartılıp şu güzelliklerinin bozulmaya çalışılmaması dileğiyle buyrun efendim.



* Çeken arkadaşa mesajınızı iletmek için şu linke tıklayabilirsiniz.

Hücre

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 19:44

8

Hücre..

Hücre cezası.

Kendine yaptığın bu. İşlemediğin bir suç için müebbet bir ceza almışsın. Onu da hücrede çekiyorsun. Hatta ortada "suçu bana attılar" diyeceğin bir suç da yok. Zaten yargıç da senmişsin ve hiç acımamışsın kendine. Kırmışsın kalemi, ama ölmek de hafif gelmiş, müebbet hücre cezasına çevirmişsin kararı.

Kendi odanda çekiyorsun cezanı. Kendi evinde, kendi sevdiğin insanlarla. İşinde, sokakta, arkadaşlarının yanında.

"Biz dün gece çok eğlendik bakın bunlar da fotoğrafları" diye yalanlar söylüyorsun. Hücre cezanı çektiğin odana dantel örgüler koyuyorsun.

"Canım ya çok tatlısınız" diye mektuplar atıyorlar odanın içine. Yalandan gülüyorsun.

Yanında götürdüğün hücrenin içinde işe gidiyorsun. Duvardaki delikten iletişim kuruyor herkes seninle. "Şaduman Bey rapor ektedir" diyip delikten yolluyorsun cevapları.

Sahte gülüş efektlerine karşılık veriyorsun duvardan.

Birini sokuyorsun hayatına...hücrene değil.

El ele geziyorsunuz. Zaten sadece elin çıkıyor o duvardan.

"Seninle hayatımın kalanını geçirmek istiyorum" diyor. Anlayamıyorsun. Gözlerini göremiyorsun ki nasıl anlayabilesin. Gördüğün tek şey dokunduğun elleri. O eller sana ait eller değil ama. Zaten o eller sana ait olsa niye hala hücrende olasın ki?

Hatayı nerde yaptın biliyor musun?

En başta.

Ortada yeterli delil bile yoktu ki bu cezayı verdiler sana. Pardon pardon verdin bu cezayı kendine..

Aaaa çok pardon. Ortada bir suç yoktu ki bu cezayı verdin kendine..

Saf bir sevgi vardı etrafında. O kadar şanslısın ki aslında. Hala da var o biliyor musun?


Peki niye kırılmadı hala bu hücre.

O saf sevgiyi kendine sen göstermedin ki.

Kendini sevdiğini sanıyorsun bi de. Bencilsin ya, narsistsin ya; bir nergis, bir fulya çiçeğisin ya güya..Pöff..

Ne narsisizmi ya bırak allasen.

Sen kendini sevsen, kendini sevdiğini kendine söyleyebilsen, kendi hayatını yaşama cesaretini gösterebilsen enkaza dönüşür o hücre saniyeler içinde.

Kendini sevmeyi bir dene. Kendi hayatını yaşamayı. O hücreden çıkmayı.

Orda durup hiç bir şey yapamadığını söylediğin sürece bu ceza, bu saçma ceza, bu "suçsuz ceza" devam edecek.

Ben kendi hücremi çoktan yıktım.

(yıktım çok güzel oldu)



Evet. Bir şeyler yiyelim mi? Ben çok açım.

Sen Kimsin Lan!

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 17:37

9


Yani diyelim ki yurt dışında bir akrabanız var. Sizi ziyarete geldi beraber bir sürü fotoğraf çekildiniz. "Ya bana bunları atar mısın?" dedi size. Baktınız dosyanın boyutu almış yürümüş. Dediniz ki "ben bunları Rapidshare'e upload edeyim sana da linkini atayım indirirsin".

Nah indirirsin!

Allahın salağı!

Sen kimsin lan!!!

Gelmiş de internetten dosya indirecekmiş de yok akrabasıymış da fotoğraflar varmış da..Ulan ne bileyim ben o fotoğrafların için de müstehcen şeyler olmadığını lavuk!

Nikahlı karın mı sanki bu?

Ha bi de erkek ha. Ulan sapkın mısınız. Eşcinsellik hastalıktır tedavi edilmesi gerekir, terbiyesizler.

Kuzen mi?

Olsun. Ne olur ne olmaz. Belki fotoğrafın birinde elinizde sigara, önünüzde içki vardır. Zaten işiniz gücünüz içki. Aksırana kadar, tıksırana kadar içiyorsunuz.

Ha siz içki sigara kullanmyor musunuz???

Olsun. Belki arkanızdan geçen birinin elindedir o sigara. Fotoşopla buğulayabiliyorsan tamam.

Yok lan yok ne tamamı. Ben ne güvenecem size.

Yasak yükleyemezsin, indiremezsin. O kadar!

Git Moviemaker'ı aç, fotoğrafları yükle, klip yap; Youtube, Vimeo falan oralara yükle de ordan izleyin...

Şaka lan şaka! Allah'ın malı nasıl da inandı.

Nereye izliyon oğlum? Bok izlersin!

Sen kimsin de Youtube'a girecen. Hem ne işin var elalemin sitesinde???

Zaten size kalsa işiniz gücünüz porno!

Yürü git! Bak hala!!!

Git lan!

Sıçmak mı? Hımmmm... Yok.. Onda bir şey yok. Sıçabilirsin..



O değil de, Kaset var mı elinde kaset??

Varsa ver lan, lazım olacak. Tam zamanı.

Doğa İçin Çal 3

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 16:15

1


Doğa İçin Çal 2






www.dogaicincal.com

Fak

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:56

4

8 saniyede ruh hali özeti.

Undo

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:08

2

Söyle Canım

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 01:02

8

Çok şey yazasım; çok şeyi anlatasım, çok şey söyleyesim var. Çok fazla şey yaşadım kısa zamanda, çok sert değişimler, çok keskin dönüşler yaşadım kendime göre. Ama sadece şu videoyu izleyip şu şarkıyı dinlemek istiyorum şimdilik. Güzel bi insan yollamış bunu bana. Tanımıyorum kendisini de şu videoyu yolladıysa güzel bir insandır herhalde.




Yazıya döksek "ne kötü espri" deriz başındakilere ama; izleyince kötü mü o espri?

Sesin kalitesi zayıf tamam da suratına o tebessümü koymuş, hafif hüzünlendirmişken umrunda mı sesin kalitesi?

Bu devrin adamı değiliz kuzum vallahi bak.

Neyse neyse. Uzatmayacağım daha fazla. Bir kaç kez daha izleyip yatıyorum ben. Kalın sağlıcakla.

Hayata Dair 3,5 Saniye

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 17:51

2

Vimeo'da gezerken rastladığım İsrailli Eran Hilleli'den "Three and a Half Seconds About Life" adında kısa bir animasyon.

"Haftanın Videosu"nu es geçmeyelim dedim.

Three and a Half Seconds About Life



* Eran Hilleli'nin diğer çalışmalarının da yer aldığı kişisel sitesi için buna tıklayın.

Khoda

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 20:16

3




"Bir film düşünün herhangi bir anında pause tuşuna bastığınızda karşınıza bir tablo çıksın"

Khoda'nın yaratıcısı Reza Dolatabadi bu fikirle yola çıkıp pek çok kişinin imkansız olarak gördüğü 5 dakikalık bu filmi 6000'den fazla tablo ile 2 yılda tamamlamış.

"İşin gücün yok mu oğlum" diyenler için geliyor :

Khoda



* Reza Dolatabadi'nin web sitesi için buna tıklayabilirsiniz

Shakespeare Okumamış Beyin Cerrahları

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 01:32

26

Yine "Bu ülkede" diye başlayan bir yazıyla daha sizlerleyim sevgili HBBA okuyucuları.

Efendim bu ülkede (bakın yalan yok bende) fikirlerinizi açık açık dile getiriyorsanız; bir kere başınızın belaya girmesi riskinden önce anlatmak istediğinizi anlatamama sorunuyla karşı karşıyasınız demektir. Bundan kastım sizin yetersiz olmanız değil; tam aksine sizin yeterli olmanızın yetmemesi sorunsalıdır.

Hatta keşke siz yetersiz olsanız da, yeterince kelimeniz olmasa da; iki cümleyi bir araya getiremeyip saçmalasanız da derdinizi anlatamasanız ve canınız da o kadar yanmasa.

Zaten asıl can yakan siz anlatmak istediğiniz düşünceyi en açık şekilde ifade edip de karşıdakinin sizi sadece tek bir noktadan bakıp öyle algılaması ve sizin anlattığınız şeyi değil anlamak istediği şeyi anlamasıdır en basit ifade ile.

Siz bütününde siyahı anlattığınız bir düşüncenizde beyazdan, yeşilden, kırmızıdan her renkten bahsedebilirsiniz. Hatta siyahın adı bile geçmez belki onu ifade ederken ama bütününde varmak istediğinz yer siyahtır. Ama karşıdaki muhattap olduğunuz kişi; sadece beyazı, sadece yeşili, sadece kırmızıyı idrak edebilen bir zatsa; sizin anlattığınız şey de sadece onun görmek istediği renk olur.

Bu durum da insanı içten içe bitirir.

Ve malesef bizler de sadece belli renkleri algılayabilen insanların çoğunlukta, hatta ezici çoğunlukta, olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

İşte bu yüzden de bizler mutlu insanlar olamıyoruz. Çünkü biz anlamıyoruz birbirimizi. Çünkü bizim birbirimizi anlamamız için öncelikle bir şeyleri anlamayı anlamamız gerek.

Biz her şeyde ezbere yaşıyoruz hayatı.

Vatanı da ezbere seviyoruz, sevgilimizi de annemizi babamızı da. O yüzden itiraz etmiyoruz çoğu şeye çünkü; neye itiraz edip neyi destekleyeceğimizi bilmiyoruz ki. Ettiğimiz itirazlar da ezbere itirazlar oluyor zaten tıpkı itiraz etmediklerimiz gibi.

Çünkü biz okumuyoruz.

Bize göre "okumak" kelimesi "diploma" demek çünkü.

İşte bu yüzden hayatında kitap okumamış üniversite mezunlarıyla dolduruyoruz tüm ülkeyi. Hani o daha önce bahsettiğim "okuyan cahiller" ile.

Biz okul okuyup kitap okumayan bir nesiliz. 

Bu yüzden de dünyanın en basit sorunlarına sahip insanlar olarak çözemiyoruz hiç bir sorunumuzu. Çünkü dinlemiyoruz, dinlesek bile anlamıyoruz, anlamayınca da kavga ediyoruz. Bunun adına da "dış mihraklar, Amerika oyunları, dincilerin işi, ailesi sorunlu, kişilik problemi var, beni anlamıyor, federasyon istifa, hakem taraf tuttu vs. vs." diyip çıkıveriyoruz her işin içinden. Yani hangi renge sahipsek diğer rengi suçluyoruz ortadaki sorun için.

Böylece ortaya kapkara bir sonuç çıkıyor.

Göremiyoruz ki asıl sorun biziz.

Her ayrılıktan sonra sölediğimiz o "Sorun sende değil bende" yalanı aslında gerçeğin ta kendisi.

Biz okumuyoruz. Biz okursak da sadece yeşili sadece beyazı sadece kırmıyı okuyoruz. Önümüze konan siyahtan da o yeşilleri beyazları görüyoruz sadece.

Bizim bu kapalı algılarımızla ilgili Kafa Dengi programında Murat Menteş'in bir kaç sözüne rastladım. Sırrı Süreyya Önder ve Onur Ünlü'nün de katkıda bulunduğu bir kaç söz;



"Shakespeare'i okumamış bir beyin cerrahının masasında olmayı istemem; Dostoyevski okumamış bir psikiyatra asla güvenemem ya da Yunus Emre bilmeyen bir matematik öğretmeni bize gerçekte bir şey öğretemez."

İşte tam olarak anlatmaya çalıştığım şey.

İşte tüm sorunlarımızın kaynağı.

Bizim doktorlarımız Shakespeare okumuş olsaydı bugün pek çok sağlık sorununu çözebilirdik.

Bizim polislerimiz Mevlana'yı okuyup anlayabilme yetisine sahip olsalardı karakolda insanlara işkenceler yapılmazdı.

Bizim hakimlerimiz Halil Cibran okusaydı Deniz Gezmiş bugün yaşıyor olurdu.

Bizim sağcılarımız Nazım Hikmet, solcularımız Necip Fazıl okusaydı birbirlerini öldürmezler; en azından tartışmayı becerebilirlerdi.

Bizim ateistlerimiz Kuran-ı Kerim'i, Kemalistlerimiz Said Nursi'yi, muhafazakarlarımız Nutuk'u okumuş olsaydı bugün yaşadığımız bu birbirini anlayamama, kutuplaşma (adına her ne derseniz diyin) denen o şeyi yaşamazdık.

Bizim belediye başkanlarımız Kazancakis'i, Kavafis'i, Yaşar Kemal'i, Fakir Baykurt'u, Proust'u okumuş olsaydı bugün evlerimizi su basmaz, belediye otobüslerinde Yahudi taşıyan Nazi vagonları gibi yolculuk yapmazdık.

Hepsini geçin bizler Zübük'ü okuyup anlayabilseydik bugün başımızda iktidarından muhalefetine, amirinden hademesine Zübükler tarafından yönetiliyor olmaz; bizi ezip de birbirlerine "ben ezmiyorum sen eziyorsun" diye sidik yarışı yapanlara şakşakçılık yapmazdık.

Okusaydık; konuşmayı da susmayı da, kabul etmeyi de itiraz etmeyi de, sevmeyi de ayrılmayı da, ağlamayı da gülmeyi de becerebilirdik hayatın her safhasında.

Beceremedik. Olmadı.

Yanıt

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:56

15

Uzun ama çok uzun zamandır televizyonda bir şey izlerken bir şeyler gelip de oturmamıştı boğazımın ortasına. Yutkunamaz hale gelmemiştim kim bilir ne zamandan beri.



Hani kendini iyice kaybedip maskota sarılıyor ya; işte orda cidden tutamadım artık kendimi. Gülerek ağladım resmen.

Rakipleri daha çocukluklarından itibaren birer atlet olarak yetiştirilir; yedikleri içtikleri, uyku düzenleri, eğitimleri her şeyleri profesyonel birer atlet olacak şekilde düzenlenirken Nevin; bırakın çocukluğu profesyonel sporcuyken bile antrenman için Mersin'den Adana'ya gitmek zorunda kalan,

2008'de 100 metre engellide yarı finalde elendiğinde büyük ihtimal yarışı izleyen sporsever(!) ülkemin sporsever insanlarının "salak kız" dedikleri,

Spor olarak sadece Futbol'u anlayan ,ki onda bile doğru düzgün bir kültüre kavuşamamış, memlekette sporun hası olan atletizme hayatını adamış,.

Ümit Davalalar'ın, Fatih Akyeller'in adları sokaklara verilirken, Emre Belözoğlu milli takım kaptanı yapılırken, futbol takımlarının günü düz koşu yaparak geçirmesi onun aldığı madalyalardan bile daha önemli bir haber olarak verilirken bile yılmamış koşmaya devam etmiş bir kız.

Benim için artık bir kahraman Nevin.


* Futbolda resmen çile çektirse de bizlere sporun sadece futboldan ibaret olmadığını hissettiren ve bir spor kulübü taraftarı olmanın hazzını her daim yaşatan Fenerbahçe'ye de Nevinler'e kol kanat gerdiği için ayıca minnettarım.

Zorba

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 19:22

8


Nikos Kazancakis'in 1946'da çıkan Zorba'sından uyarlanan 1964 tarihli filminde baş karakter Alexis Zorba şu aşağıdaki iki dakikalık sahneye; kadınlar, erkekler, savaş, vatanseverlik ve daha bir çok konuda öyle şeyleri sığdırır ki;



Ben ülkem için öldürdüm, köyleri yaktım, kadınlara tecavüz ettim.

Peki neden ?

Çünkü onlar Türk'tü, Bulgar'dı!

Lanet olası berbat bir salaktım.

Şimdi insanlara bakıyorum, her insana... ve şöyle diyorum : İyi - Kötü... Yunan ya da Türk bana ne! Yediğim ekmeğine üzerine yemin ederim ki; yaşlandıkça bunu da sormamaya başlayacağım. İyi veya kötü.. farkı nedir ki? Hepimiz aynı yere gideceğiz.. Solucanlara yem olacağız.. 


...diyen bir adam Alexis Zorbas, ya da ona hitap edilmesini istediği ismiyle : Zorba.

Yakın takipçiler bilir; pek kitap tavsiye etmem blogda ya da diğer mecralarda. Çünkü kitabın bir film gibi, şarkı gibi tavsiye edilebilecek bir şey olmadığını düşünürüm. Tavsiye edilen kitabı da okuyamam çoğu zaman. Bana göre kitap sizi bulmalıdır. Kitap sizi bir şekilde kendine çekmelidir ve siz kitabın size verdiğini kendinize saklamalısınızdır.

Saklamalısınızdır çünkü bir kitabın size verdiği ile bir başkasına vereceği aynı şey değildir.

Olamaz.

O yüzden bir kitap hakkında yazıp başkalarının kendilerinin keşfetmesi gerekenleri onlara göstermek saçma gelir bana.

Ki kitap yazısı yazmak ayrıca zordur da.

Ama size Zorba hakkında diyebileceğim şu ki; bu kitabı mutlaka okuyun.

İsterseniz filmini de izleyebilirsiniz ama önce kitabını okuyun.

Bunu da kitap okumuş, film izlemiş olmak için yapmayın.

Çünkü Zorba, sadece bir kitap ya da film karakteri değil.

Zorba gerek Kazancakis'in muhteşem kalemi, gerek yönetmen Kakoyannis'in kamerası, gerek Anthony Quinn'in ona hayat veren müthiş oyunculuğu gerekse de Teodorakis'in harika müzikleriyle bize ulaşabilen yüce bir adam.

Bu kitabı okuyun çünkü; Zorba'yı tanımış olmanın şerefine ancak böyle erişebilirsiniz.

Bu filmi izleyin çünkü kitaptaki Zorba'yı kanlı canlı görüp sesini duymanın yerini tutmasa da en azından o sanrıyı yaşayabilirsiniz.


Hele biraz da Ege'nin havasını soluduysanız hüzünlenince "İki Keklik" türküsünü söylemeye başlayan bu adamı mutlaka tanımalısınız.

Ama Türkçe bir türkü söyleyen bir Yunan olduğu için değil,

Yukarıdaki videoda bahsettiği gibi, konuştuğu ve yaptıkları farklı olanlara anlatacak çok şeyi olduğu için,

Biz "çokbilmişler"e okumamış, cahil bir adamdan ne kadar çok şey öğrenebileceğimizi gösterebileceği için.

İyi bir adam olduğu için.

Belki de sadece bir insan olduğu için.

Belki de Zorba ile aynı solucanlara yem olabilmek için.

Jeff Vuvuzela

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 16:35

3

Tamam cidden şu vuvuzela muhabbeti baydı artık ama şu son videoyu da Haftanın Videosu olarak koymazsam gözüm açık gidecek.

Bu video da vuvuzela ile ilgili son sözüm olsun.

Efendim Amerikan ESPN kanalının ESPY (Excellence in Sports Performance Yearly Awards) ödül töreninde Will Ferrell sahneye Vuvuzela'nın Mucidi Jeff Vuvuzela olarak çağrılır ve olaylar gelişir.

Özellikle sondaki muhteşem düete dikkat.

Rabbime Sordum "Apaçi Ol" Dedi

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:30

14

Efendim malumunuz ergen depresyonu tadında günler geçiriyorum epey bir zamandır. Bunun da nedenini hala bulabilmiş değilim. Nasıl oldu da herkes "ben kendimi keseceğim" diye ortalıkta gazerken ergenliğini gayet neşe ve coşkuyla atlatan ben şu an 120. dakikada penaltı kaçırmış Asamoah Gyan gibi bir ruh haline büründüm hala çözemedim. Demek ki su çiçeği misali kurtuluşu olmayan bir durum bu ergenlik depresyonu.

Asıl konuya dönecek olursak epeydir blogda bir inceleme yazısı yazmıyordum. Zaten "epeydir bu konu hakkında yazmıyordum" kalıbının artık slogan haline geldiği bir blog olma yolunda da adım adım ilerliyoruz.

HBBA : Epeydir Yazmayan Blog

Bu inceleme yazısındaki konumuz ise şu depresif hallerime adeta bir ilaç etkisi yaratıp beni gol kaçırmış Güiza'dan beleşten hat-trick yapmış Inzaghi gibi bir ruh haline sokan bir videonun ardından ortaya çıktı.

Baktım ki; bu kadar gündemde olmasına ve kimsenin dilinden düşmemesine rağmen hiç bir blog "Apaçi" diye tabir edilen gençlerle ilgili detaylı bir inceleme yazısı yazmamış. Ben de daha önce yaptığım "EMO İncelemesi" nin bir benzerini yapmayı kutsal bir görev sayarak Apaçilerle ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.

Nihat Doğan Soruyor



Peki Nihat Doğan'ın da en içten en samimi şekilde ifade ettiği üzere :

Apaçi ne demek ?

Aslında apaçi diyince aklıma iki şey geliyordu bundan bir kaç yıl öncesine kadar.

İlki zamanında beyaz adama en büyük direnişi gösteren, Geronimo gibi bir efsanenin de mensubu olduğu, bugün ortalıkta dolaşan pek çok ünlü vecizenin sahibi olan Amerika'nın güneybatısında konuşlanmış olan bir kızılderili kavmiydi.

Çocukluğumuzun kovboy filmlerinde, çizgi romanlarında kızılderili lafından çok bu Apaçi tabiri geçer, Apaçilik gözümüzde direnişin sembolü, oturaklı sağlam ağbiler olarak canlanırdı. O çizgi romanlarda, filmlerde Apaçilerin liderleri Ramiz Dayı karizmasında adamlar olup yukarıda da belirttiğim Geronimo gibi ettikleri her laf saniyesinde atasözüne dönüşürdü.

Apaçi diyince aklıma gelen bir diğer şeyse Körfez Savaşı esnasında adını sıkça duyduğumuz ve savaşın simgelerinden olan Apache AH-64 Helikopter idi.

E peki bir kızılderili kavmi ve bir helikopterin; saçlarını acayip şekillere sokan, acayip şarkılar dinleyen, köprü, sokak, mağaza vs. mekan farketmeksizin inanılmaz dans figürleri ortaya koyabilen bir gençlik akımıyla ne alakası vardı da onlara bu isim verilmişti?

Açıkçası yaptığım yoğun araştırmalar (bi arkadaşa sordum "bilmiyom" dedi)sonucunda bununla ilgili detaylı bir bilgiye ulaşamadım. Ama yine de burda hakkı yenen Apaçi halkından bu vesile ile özür diliyorum.

Ronaldo Effect

Gerçek Apaçi'leri bir kenara bırakır da bizdeki Apaçi kavramına gelirsek aslında her şey Spice Girls grubundan Victoria Adams'ın Manchester United'ın genç yıldızı David Beckham'ı tavlaması ve nikahı bastırtması ile başladı. David Beckham, Victoria'nın kocası olduktan sonra adeta kendini karısının eline bıraktı. Victoria da futbolcu kimliği ile öne çıkan kocasını adeta bir ikona dönüştürdü. David artık sahanın dışında sahanın içinden daha çok iş yapar hale geldi. 2003 yılında da Real Madrid, David'deki bu potansiyeli sadece sağ kanata takviye için değil aynı zamanda ekonomik olarak da ondan yararlanmak adına transfer etti.


Peki ülkemizdeki Apaçi Akımı ile David Beckham'ın kariyer planlamasının ne alakası var ?

Alakası şudur ki; David Beckham Real Madrid'e transfer olunca Manchester menajeri Sir Alex Ferguson onun boşluğunu Sporting Lizbon'un genç yeteneği Cristiano Ronaldo ile doldurdu.


Bu transfer, Manchester Unidted'da David Beckham'ın boşluğunu fazlasıyla dolduracaktı ama; sağ kanattaki boşluğu doldurmaktan çok daha farklı etkileri de olacaktı. Zira Ronaldo, üstün yeteneklerinin yanında karakter olarak Voodoo Girl'ün tabiriyle "Ticaret Lisesi Ülkücü Reisi" kafasında bir yapıya sahipti.

Ve Ronaldo Reis birden dünyanın en önemli futbol figürlerinden biri haline geldi.

Bundan en çok etkilenense karakteri koyacak yer arayan gençlerimiz oldu. Hepsi birer birer Cristiano Ronaldo olmaya başladılar.

Şimdi konuyla ilgili bir görüntümüz var onu izleyelim :



Aslında Ronaldo'dan daha da öncesine de gitmek lazım. Zira Almanya'daki vatandaşlarımızın çocuklarının da bu Apaçi Akımı'ndaki katkıları yadsınamaz.

Yozgat'ın köyünden çıkıp Berlin'in göbeğine sert bir geçiş yapan yurttaşlarımızın çocukları, evlerindeki Anadolu havası ve dışardaki düzen arasında sıkışıp ortaya İsmail YK, Cankan olarak çıktılar. Bir de bu isimler anavatanda da popülerleştikçe, tüm bunlara ek olarak ülkemizde Rap ve Elektronik Müziğin hayli yanlış anlaşılması; arabeskin de bu çorbaya eklenmesiyle ortaya garip sonuçlar çıkmaya başladı:



Yukarıdaki videoyu alkışlarlayaşıyorum'a ekleyen tapir adlı kullanıcının yorumunu da eklemek istiyorum izninizle :

Gurbetçi kardeşlerime açık mektubumdur, Güzel kardeşlerim, aslan parçaları; Ünlü, Cartel, Karakan bunlar güzel birer rüzgardı geldi geçti. Yapmayın, etmeyin. Bize İsmail YK'yı Cankan'ı aratmayın. Marangozluk yapın,mühendislik yapın, jonklörlük yapın, kozmonotluk yapın ama müzisyenlik yapmayın lütfen.

Dipnot: "Yaşayayamam" ne lan?

Beni böyle bir inceleme yazısı yazmaya iten video ise İzmir'de askere gidecek arkadaşlarını uğurlamak amacıyla bir araya gelmiş gençlerin şu eğlencesi oldu efendim :



Her şeyden önce ister alay edin, ister aşağılayın ama bu adamların rahatlıkları, kendilerine olan özgüvenleri, hayatlarından gayet memnun olmaları bence büyük bir takdiri hak ediyor.

Ayrıca 3 gündür aralıksız şu yukarıdaki videoyu izleyip kendi kendime coşuyorum.

Bana çok iyi geldiler.

                            * Cristiano Ronaldo - ortadakini tanıyamadım - Ricardo Quaresma

İçimdeki Apaçiye engel olamıyorum.

Geronimo Reis adına :

Çatlaaa patlaaaaaa !!!!


Çatlaaa patlaaaa !!!!


Dıdıdıdıdıdııdıdıd diiii ceeeeeyyyyy!!!!


Her Boku Bilen Sıtayla


İki Bin Ooonnnn !!!!

*Fotoğraf için Barbarossa'dan Oğuz'a teşekkürler.