98 - The Road to Guantanamo
Posted by her boku bilen adam | Posted in son 20 yılın en iyi 100 filmi | Posted on 05:47
16
Aslında dün yazacaktım 98 numaralı filmi ama araya aşağıdaki saçma olay girdi ve bugüne kalmış oldu. Bu arada dünkü saçmalığa ve son dönemde yaşanan bu tip olaylara dair bir başka serzenişi de Flying Dutchman gerçekleştirmiş blogunda. O yazıyı da okumanızı tavsiye ederek asıl konumuz olan Son 20 Yılın En İyi 100 Filmi serisinin 98 numaralı filmine geçelim.
Filmde geçmeden önce de önsöz mahiyetinde bir kaç şey söylemek istiyorum.
Bu seri boyunca 100 film yazısı yazacağımı söyledim malumunuz. Ben 2010 bitene kadar demiştim ama bu yazma temposu ve imkanlar dahilinde çok daha uzun sürecekmiş gibi duruyor gördüğünüz üzere. Neyse anlatmak istediğim o değil zaten. Bu 100 film boyunca ben size hiç bir zaman “bu filmi mutlaka izlemelisiniz, bu filmi izlemeyen benden değildir, bu filmi izle grubunu da davet et hep beraber izleyin” gibi bir yaklaşımda bulunmayacağım. Zira bunu gerçek hayatta yaptığım dönemler oldu ve şimdi farkettiğim üzere bu çok sıkıcı bir durum.
Her şeyden önce sinema, müzik ve diğer sanat eserleri tamamen kişilerin kendi tercih ve zevklerine göre seçtikleri beğenilerinden oluşuyor. Aman bu dediğim de “zevkler ve renkler tartışılmaz” gibi anlaşılmasın. Zevkleri her türlü tartışırım. “Zevkler ve renkler tartışılmaz” mottosunun da tamamen zevksizliğe kulp takmak için kullanılan bir kalıp olduğunu düşünüyorum. Zaten bu lafı savunanlar başta olmak üzere hepimiz de o tartışılmaz dediğimiz zevkleri tartışarak, irdeleyerek yapıyoruz hayattaki pek çok seçimimizi.
Benim asıl anlatmak istediğim birilerine çok beğendiğiniz bir şarkıyı dinlettiğiniz ya da taptığınız bir filmi izlettiğiniz zaman o filme/şarkıya sizin istediğiniz gibi yaklaşmasının her zaman ve her kişi için mümkün olmadığıdır. Dolayısıyla da benim bu listem gibi sizin de kişisel olarak ön plana çıkardığınız filmleri bir başkasına izlettiğinizde sizinle aynı tepkiyi vermesi beklenemez. Tıpkı Tabutta Rövaşata’yı izlettiğim arkadaşımın bana filmin sonunda ben “vay be helal olsun sana bu filmi izlettirdiğin için” demesini beklerken “vay be yazıklar olsun sana 1 bucuk saatimi harcadığın için” tipi bir tepki vermesi gibi.
Ama ama ama….
Bu listede size o “izlemezsen ölümü gör lan, şu kadarcık hatrım varsa bi bakıver be” diye sülük gibi yapışacağım 2 tane film var.
Sadece 2 tane.
100 filmlik liste için çekilebilir bir oran bence.
İşte o filmlerden ilki şimdi geliyor.
Efendim, 98 numarada Michael Winterbottom’un Mat Whitecross ile birlikte yönettiği 2006 İngiltere yapımı bir belgesel var :
Film; teknolojinin, bilimin, ilmin zirve yaptığı günümüz dünyasını tam 8 yıl boyunca yöneten adam olan George W.Bush’un şu sözleri ile başlıyor :
Bu insanlar hakkında tek bildiğim kötü oldukları. Blair Hükümeti ile birlikte çalışarak sorunu çözmek için sabırsızlanıyorum.
Ardından Asif Iqbal ile tanışıyoruz. Asif, İngiltere’de yaşayan binlerce Pakistan kökenli vatandaştan biri.
Asif’in anavatanı olan Pakistan’da bizdekine benzer bir şekilde görücü usulü evlilik revaçta ve ailesi de İngiltere’de yaşamalarına rağmen 2001 yılının Eylül ayında kendi memleketlerine giderek Asif’e kız bakıyor. Tıpkı bizim Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın anne babalarının gelip kendi memleketlerinden kız beğenip çocuklarını evlendirmeleri gibi.
Bu girişi de sizi daha şimdiden “bize ne kadar benziyorlar; onlar biz de olabilirdik” gibi bir yaklaşımın içine sokmak için söylemiyorum. Sadece filmde anlatılanların çıkış noktası olan olayın basitliğini anlatmaya çalışıyorum.
Asif, Pakistan’a gidip kendisi için uygun görülen kızı beğeniyor ve evlenmeye karar veriyor. Akabinde de düğün için kendisi gibi İngiltere’de yaşayan arkadaşları Şefik, Ruhel ve Münir’i Pakistan’a davet ediyor.
Şefik ve Münir, Asif gibi Pakistan kökenli; Münir ise yine aynı coğrafyadan olan Bengal’den.
4 arkadaş Pakistan’da buluşuyor ve filmin hikayesi orda başlıyor.
Masraf olmasın diye camide konaklayan arkadaşlar bir cuma namazında vaizin “Elinizden geldiğince Amerikan tehditi altındaki Afganlar'a yardım edin” sözünden etkileniyor.
Hem bu yardım çağrısına karşılık vermek, hem düğüne kadar boş vakitlerini değerlendirmek hem de beraberce gezmek isteyen 4 arkadaş Afganistan’a doğru yola koyuluyor.
Afganistan’a yaptıkları sorunlu bir yolculuğun ardından da kendilerini bombaların ortasında buluyorlar. Derken Amerikalılar geliyor ve bu gençleri terörist şüphesi ile gözaltına alıp, ki bu gözaltına alma evresi de hiç de öyle gözaltına almakla kalmıyor, Guantanamo’ya transfer ediyor.
Filmin neredeyse tamamına yakını da Guantanamo’da yaşananları bize anlatıyor.
The Road to Guantanamo yukarıda da bahsettiğim üzere bir belgesel. Belgesel türüne uygun olarak da filmde anlatılan hikayenin karakterleri olan Asif, Rubel ve Şefik’i de kanlı canlı görüyor, yaşadıkları süreci arka fonda aktörler canlandırırken onların ağzından da dinlemeye başlıyoruz. Zaten yönetmen Michael Winterbottom’un filmdeki en büyük başarılarından biri de bu iç içe geçirme olayını çok iyi kotarmış olması. Zira bir süre sonra filmde izlediklerimizi sanki gerçekten o an çekilmiş görüntülermişçesine bir duruma sokuyor kendisi. Bunda oyuncuların başarısını da es geçmemek lazım ki filmde oynayan oyunculardan bazılarının Amerika’da gerçekten El Kaide üyesi sanılıp gözaltına alındığı filmin çekildiği dönemde gazetelerde çıkmıştı.
Şimdi asıl konumuza dönelim.
Bu filmi niye izleyin diyorum ?
Çünkü bu film bize içinde yaşadığımız dünyanın nasıl bir yer olduğunu apaçık gösteren bir film.
Filmi izlerken belki bir çoğunuz dayanamayıp yarıda bırakacak, bir kısmınız dişlerini sıkmaktan filme konsantre olamayacak; gözyaşlarına boğulan, nefesi kesilen, iki gün kendine gelemeyen, kalkıp sinirinden duvarı yumruklayanlar olacak aranızda.
Bu film; günümüz dünyasına dair o kadar çok şeyi, o kadar sert bir şekilde yüzümüze vuruyor ki bu filmi izlemek günümüz dünyasında yaşayan biz dünyalıların bir nevi aynada kendilerine söylenen yalanlarla, kendi söylediği yalanlarla, söylemek istemediği ama inanır göründüğü yalanlarla yüzleşmesi.
The Road to Guantanamo, bir Müslümanlık Propogandası ya da “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Kahrolsun Amerika” sularında yüzen bir film değil. Elbette ki filmde buna benzer öğeler görecek olabilirsiniz ama gerçekten bu iş o kadar basit değil.
Winterbottom’ın bize aktardığı 4 müslüman gencin ve onların nezdinde Guantanamo’da bu süreci yaşamış tüm insanların hikayesi bu ve bu hikaye sadece Guantanamo ve orada yaşanmış olanlarla ile sınırlı bir hikaye değil.
Evrensel ve zamansız bir film Guantanamo Yolu.
Bundan 60 sene önce Hitler’in yaptıkları da var bu filmde, 60 sene sonra atalarına Hitler’in yaptığını başkalarına yapmaya çalışanlar da.
Hiç bir suçu olmadığı halde sırf doğdukları topraklar, konuştukları diller, inandıkları ya da inanmadıkları dinler, tenlerinin koyuluğu ya da açıklığı, gözlerinin çekikliği, saçlarının rengi yüzünden işkence gören insanların hikayesi.
İşkenceden kastım illa fiziksel işkence de değil sadece.
Tam burda kesip size filmden uzunca bir sahne izletmek istiyorum. Sahnedeki Müslüman gençleri Yahudi olarak düşünün ya da Hıristiyan, Satanist, Ateist, Sağcı, Solcu, Fenerli, Cimbomlu ne isterseniz o şekle sokun ve öyle izleyin. Ve izlerken elinizdeki tek bilginin de bu olduğunu unutmayın. Suçlu, suçsuz, katil, tecavüzcü vs. vs değil, sadece Müslüman, sadece Yahudi, sadece Kürt, sadece Yunan…
Elinizdeki tek bilgi bu,
11 Eylül 2001'de dünya tarihinin en büyük terör eylemlerinden biri gerçekleşti. "Amerika kendisi yaptı,Pentagon'un haberi vardı, El Kaide üstlendi, Usame Bin Ladin planladı....." şöyle oldu böyle oldu ama sadece resmi kayıtlara göre 2974 kişi öldü.
Ölen insanların aileleri için yukarıdaki komplo teorilerinin hatta belki de gerçek olan teorilerin hiç bir önemi yok. Çünkü onların yakınları öldüler.
Bitti.
2001'in ardından Amerika o 2974 kişinin ölümü nedeniyle (!) savaş açtığı Afganistan ve Irak'da 2974 insandan katlarca fazla insanı katletti ve katledilen insanların neredeyse tamamı resmi kayıtlara bile geçmedi.
Sadece Guantanamo'da 500'den fazla kişi yıllarca fiziksel ve psikolojik işkence gördü.
Tüm bunlar olurken tüm dünyada ismi "Ömer, Ahmet, Muhammet vb." olan, kimlik hanesinde Arap ya da Müslüman bir ülkenin vatandaşı olduğu yazan binlerce insana terörist muamelesi yapılarak psikolojik işkence yapıldı.
Tıpkı yukarıda da anlatmak istediğim üzere yıllar önce Yahudiler'e Almanlar'ın, Zenciler'e Beyazlar'ın, Müslümanlar'a Hıristiyanlar'ın, Tibetliler'e Çinliler'in yaptığı gibi.
Burda şimdi "gelin hümanist olalım tüm insanları sevin, kitap en iyi arkadaştır" tipinde bir mesaj verme kaygısı içinde değilim.
Zaten kimse kimseyi nedensiz sevmek zorunda değil. Keza birini sebebsiz yere sevmek de ayrı saçmalık tıpkı sevmemek gibi.
Ama bu nefret bu işkence bambaşka bir şey.
Sırf zenci diye, sırf müslüman ya da gayrimüslim diye birine işkencede bulunmak o adamı sadece bu dünyaya geldi diye suçlamakla eşdeğer ve bu artık günümüz dünyasının bir gerçeğinden öte bir alışkanlığı haline geldi.
Daha önce yazdığım bir yazıda şöyle demiştim :
İnsanoğlunun artık bir şeyler yapması lazım. Gezegen bile bizi uyarırken, sular tükenir, hayvanlar ölürken, soykırıma uğrayanlar soykırım yapmaya çalışırken, gerçek insanlar artık bir şeyler yapmalı.
Artık isabet bile etmeyen bir ayakkabıdan duyulan hazdan daha fazlasına ihtiyacımız var.
Ama insanların bir şeyler yapması için önce gözünün önünde olanları farketmesi gerekiyor. Farketmesi için de insana sert tokatlar gerekiyor.
İşte Road to Guantanamo da size o tokatı okkalı bir biçimde atmayı başaran bir film. Bir filmden öte yüzünüze doğru görmeye tahammül edemediğiniz gerçekleri haykıran bir ses.
Bir Müslüman, bir Türk, bir Kürt, bir Ateist olarak değil İNSAN olarak izleyin.
Sonra her şeyi tersine çevirin.
Sonra da gidin içinizdeki o sebebsiz nefreti hala "En iyi Kürt ölü Kürttür, Ermenilere ölüm vs. vs." şeklinde işkenceye çevirebiliyorsanız buyrun devam edin.
"Yazıklar olsun sana bir buçuk saatimizi heba ettin" der ve hayatınıza kaldığınız yerden devam edersiniz en fazla.