Furtuna

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 01:21

13

Bence hiç ayrılmayacaktık karşı kıyıyla. Hemen saldırmayın Kurtuluş Savaşı yok, Yunan Gavuru falan diye. O değil dediğim.

Diyorum ki mahallelerimizdeki Rumlar, Ermeniler hiç gitmeyecekti bu diyarlardan.

Lütfen gönderdik, denize döktük falan diye de girmeyin. Dedim ya o değil dediğim.


Bence hiç ayrılmayacaktık karşı kıyıyla.

Bence bu kadar ayrılmayacaktık hiç. Ayrılmasaydık eğer mahallemizde Alekolar, Agoplar, Helenalar da olacaktı hala. Bu kadar nefret dolu insanlar olmayacaktık belki de. Şu şarkıları beraber söyleyecektik.

Şimdi bırak Yunanı, Rumu; Türkçe konuşmayan kimseye tahammülümüz kalmadı. Hem de Türkçenin de içine ederek, 150 kelimeyle derdimizi anlttığımız bir dile, aynı dandik melodilere aynı dandik sözlerle şarkılar söylediğimiz bir dile çevirdik.

İzmir bile iz taşımaz oldu artık onlardan. 

Seviyorum Yunan şarkılarını ben.

İnsan olan herkesi seviyorum aslında. Meziyete çevirdik ya insan olmayı da ne diyim artık.

Bir böyle dinleyelim şimdi bunu,



Bir de böyle,



İkisi de güzel de ikincisindeki bir şeyler içinize bir ateş düşürmedi mi, içiniz gitmedi mi?

Raskolnikov

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:05

5

Uzun zamandır böyle güzel bir reklam izlememiştim.



Türk Telekom'u her seferinde yerin dibine sokuyoruz (hak ediyorlar ayrı) ama şu hizmet ve şu reklamdan dolayı takdirimi kazandılar.

Suç ve Ceza'yı da yıllar sonra tekrar okumak istedim.

PolisSepeti.com

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:35

5

Bloomberg kanalında Dragon's Den diye bir yarışma var ki izlemekten en zevk aldığım televizyon programlarından birisi bu yarışma. Kanal, İngiliz versiyonunu yayınladığı yarışma çok beğenilince Türk versiyonunu da düzenlemeye başladı ama orijinali kadar başarılı olamadı. 

Programda girişimciler projelerini anlatarak 5 iş adamından sermaye koparmaya çalışıyorlar.

Uzun zamandır bu yarışmaya bir fikir bulup katılma peşindeydim ama malumunuz bulacağınız fikrin dahice olması, hatta dahice olmasının yanında uygulanabilir olması ve yatırımcısına iyi geri dönüşler sağlaması gerekiyor.

Ben de geçtiğimiz gün haberleri izlerken İzmir'de bir kadını döven polislerimizin görüntüsü izledikten sonra tam da bu yarışmaya katılıp yatırımcıların elinden parayı kapacak bir fikir buldum sevgili takipçiler :

PolisSepeti.com

Şimdi efendim, malumunuz olmak üzere bizim güvenliğimizden sorumlu olan, bünyesinde mensup memurları görünce kendimizi huzurlu hissetmemizi gerektirdiği halde; bırakın kendimizi güvende hissetmeyi, "Aman evladım kimliğini yanına al mazallah polis falan çevirir" gibi, "Götürürler merkeze, öptürürler herkese" gibi cümlelerin baş aktörü olan emniyet mensuplarımızı ve biz vatandaşları büyük bir dertten kurtaracak bir proje PolisSepeti.com

PolisSepeti.com sayesinde artık herhangi bir şeyi protesto etmek istediğinizde, maça gittiğinizde, sevdiklerinizle gittiğiniz bir eğlence dönüşünde ya da sadece yoldan geçtiğinizde kafanızda oluşan "Polisimiz tarafından biber gazı yer miyim?, Acaba polis bizi çevirir mi?, Merkeze götürür mü?, Kimliğim de yanımda yok işkence görür müyüm?" gibi gerginlikleri tamamen ortadan kaldırıyor. 

PolisSepeti.com sayesinde artık kendi evinizde rahatça sitemizi ziyaret edecek, menüler arasından kendinize o gün için uygun gördüğünüzü seçecek ve biber gazınızı, copunuzu kendi evinizde en rahat şekilde yiyeceksiniz. 

İşte sitemizden bazı menü fırsatları : 

Öğrenci Menü  (Ekstra Biber Gazı içerir)

Öğrenci Menü, rahatına düşkün fast food sever öğrenci kardeşlerimiz için hazırladığımız en lezzetli menülerimizden biri. 

Derslerine çalışıp, sınavlara girip çıkmaları gerektiği halde; orda burda yok parasız eğitim, yok efendim işçi hakları, vay efendim Tekel işçileri diye gezen, hatta ve hatta sayın devlet büyüklerimize yumurta atacak kadar kendini kaybeden öğrencilerimiz için hazırladığımız özel bir menü. Öğrenci menü hazırı sever öğrencilerimizi için biber gazı ağırlıklı olup, görevli polisimizin evinize tekme atarak girip tüm evi gazla doldurması sonucu servise hazır hale geliyor. Afiyet olsun gençler.


Burger Cop Menü 

Burger Cop Menü ile artık copa doyacaksınız. 

Burger Cop sıkılan ve canı sokakta özgürce dolaşmak isteyen vatandaşlarımız için hazırladığımız çok özel bir menü. Burger Cop ile sokakta kimliksiz dolaşmak, saç uzatmak, sakıncalı sakal bıyık bırakmak, uygunsuz etek giymek gibi hareketlerin ne demek olduğunu size tattırıyoruz.

Uslanmak bilmeyenler için Double ve Quarter seçenekleri de cabası.

Burger Cop...Polis Seni Çağırıyor!!!

Mcİsh

Evinizde misafirleriniz mi var? Sohbet döndü dolaştı ülkemizdeki haksızlıklara, iktidarı eleştirmeye falan mı geldi? Üstüne üstlük laf lafı açarken bir de karnınız mı acıktı? 

Hiç merak etmeyin Mcİsh hemen kapınızda bir tık yeterli.

Yollayacağımız ekipler kapınızı açar açmaz sizi kafanızdaki sakıncalı düşüncelerden arındıracak kadar Mcİskhence yaparak sizleri örnek birer vatandaş haline geitrecekler. Menünün McElektrik, Mcİsh Çin , Mcİsh Filistin gibi pek çok alt seçeneceği de mevcut. 

Mcİsh!!! İşte bunu seviyorum!!! ♪ ♪ ♫ ♪ ♪ da rat tat ta taaaaaaaa ♪ ♪ ♫ ♪ ♪

PolisSepeti.com - Kredi kartınız bizi ilgilendirmiyor, insanlığınızdan çekiyoruz.

***

Valla şimdilik bunları çıkardım. Daha üzerinde çalışıyorum ama. Polisimizden de yeni yeni atraksiyonlar bekliyorum ki şu fikrim değer kazansın. Sakın çalıp da üzerinden para kazanayım demeyin. Mahkemeye falan gitmem saf gibi hak aramak için, polise söylerim evinizden alırlar valla.

Akıllı olun!!!

* Logo çalışması için o6k'ya teşekkürler.

HBBA Soundtrack II

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 04:17

22

Efendim malumunuz bu blogda her 4-5 yazıdan biri "Epeydir yazamıyordum..., uzun bir süreden sonra tekrar yazmaya başladım... bir süre yazamayacağım" gibi artık nefretinizi kazanan cümlelerle dolu ki aslında bu pek çok blog yazarının aslında hiç içine girmek istemediği ama hayat koşturmacası içinde de malesef çaresiz kaldığı bir durum.

Şimdi bakıyorum da yan taraftaki arşive, ilk yıl (bir önceki senenin Aralık ayını da katarsak) 180 küsur, ikinci yıl 100, şu içinde bulunduğumuz yılda ise sadece 56 yazı yazabilmişim bloga. Bunda da hayatımdaki değişimlerin yanı sıra mikroblog (Twitter) tembelliğinin de etkisi büyük tabi ki.

Tüm bu hengamenin içinde sanırım bu blogun en disiplinli, birkaç istisnai durum hariç, aksamayan bölümü "Haftanın Şarkısı" oldu. 80 küsur haftadır her hafta bir şarkı koyup üzerine yazı yazmaya çalıştım. Öyle de gider umarım.

Darısı (umarım) sinema yazılarının başına. Gerçi dediğim gibi bu koşturmaca içinde zor görünüyor ama..

Neyse diyeceğim şu ki bu blogun bu kadar canlı kalmasında ve okunmasında bir noktadan sonra sadık okuyucu kitlesinin etkisi büyük oldu. Bıkmadan usanmadan bana mesajlar atıp, yorumlar bırakıp neredeyse enseme vura vura yazılar yazdırdınız.

Hep söylüyorum yine söyleyeceğim; gerçekten minnettarım bu blogun okuyucularına. Bakmayın öyle yorumlara falan cevap vermediğime. Vallahi zamansızlık. Cool görünme çabası falan değil.

Neyse bu yıl da geçen yıl olduğu gibi size bir hediye vermek istedim ve geçtiğimiz yıl boyunca blogda üzerine yazı yazdığım, Tumblr sayfamda paylaştığım şarkıları topladım ve "HBBA Soundtrack II" albümünü oluşturdum.

Aşağıdaki linkten indirip dinleyebilirsiniz.

- Linkleri görmek için üye olun esprisi yapmayacağım! - 
İndirince göreceğiniz üzere pek çok tarzdan, pek çok türden alakalı alakasız şarkı ve sanatçı göreceksiniz. E bundan daha normal bir şey de yok bana göre. "Ben sadece caz dinlerim şekerim" cümlesi kadar anlam veremediğim bir şey yoktur herhalde şu dünyada.

Valla ben güzel müzik dinlerim, kendime göre güzel müzik. Dolayısıyla Mozart'dan Esengül'e; Yann Tiersen'den Erkin Koray'a, Rembetiko'dan Anadolu Rock'a uzanan şarkılar sizi şaşırtmasın. Malum insan hayatına bir çok şarkı sığdırabiliyor. E insan her gün caz kafasında, her gün Amelie Poulain kafasında da yaşayamıyor koca bir yılı. O yüzden aslında şu albüm bir nevi geçtiğimiz yılımın özeti gibi diyebilirim.

Bu arada bir ricam olacak. Malum bu yüklediğim dosya "Premium" üye olmadığım için belirli bir indirme sonrası silinecek. Geçen yıl hayırsever bir arkadaş kendi premium hesabına upload etmişti de "Dostum link ölmüş" durumunun önüne geçmiştik. Yine aynı iyiliği yapabilecek bir "dost" upload edip linki yollarsa sevinirim.

Efendim sözü fazla uzatmadan ki daha nasıl uzatılır bilmiyorum (konuştuğum kadar yazsam var ya kafayı yerdiniz,  yine özet geçiyor sayılırım) sizleri HBBA Soundtrack II ile baş başa bırakıyorum. Dilediğinizi dinleyip dilediğinizi silebilir, düğününüze dans müziği yapıp, asıldığınız kıza "Ben de hastayım onlara bak şu şarkıyı dinledin mi sen" diye yollayabilirsiniz.

Şarkılar üzerine yazdığım yazılar için bu linke, Tumblr sayfam için buna tıklayabilirsiniz.

Unutmadan ilk HBBA Soundtrack albümü de bu linkte.

Bokunu Çıkarmak
HBBA Soundtracklerinin sayısının Muazzez Ersoy'un nostalji serisini geçmesi dileğiyle hoşçakalın efendim.

* Beklenen kıyak Okan Şafak'tan geldi ve linkimiz artık ölümsüz. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

Black

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 02:44

6

Haftanın Şarkısı yine Breaking Bad'in bana armağanlarından biri.

Harika sezon finalinde rastladığım ve her zamanki düz mantıkla "Bir şarkısı böyleyse tüm albüm iyidir" diyerek edindiğim ve yanılmadığım Danger Mouse ve Daniele Luppi'nin Norah Jones ile bileşiminden doğan Rome albümünün Black adlı muhteşem şarkısı.

Böyle Kral TV VJ'leri gibi giriş yapıyorum ya bazen şarkılara bunları mazur görün gençler. Top 10 listesi ile büyümüş bir nesildenim ben. Hem o Kral TV'nin Top 10, Top 20'sinden önce Oya-Bora'dan Oya Küçümen'in sunduğu POP 10 vardı Show Tv'de. Sandalyede yaylana yaylana sunardı programı Oya Küçümen. Hatta ilk programın 1 numarası da Harun Kolçak'dan Gir Kanıma olmuştu da nasıl sevinmiştik evde. Niye sevindiysek. Bak nerden geldi aklıma.

Neyse.

Bu arada geçen yıl size blogun 2.yılı şerefine bir albüm hazırlamıştım hatırlarsınız. Hatırlamayanlar ya da henüz indirmeyenler için şu yazıda linkler mevcut.

Bu yıl da bunu gelenek haline getirip bu sefer bu 1 senede blogda üzerine yazı yazdığım, sadece videosunu koyduğum ya da sadece adını geçirdiğim şarkılardan oluşan HBBA Soundtrack II albümünü az önce bitirmiş bulunmaktayım. (Duyan gören de Onno Tunç'la, Garo Mafyan'la stüdyoda sabahladım sanır. Yav işte toparladım tüm şarkıları topladım bir klasörde onu da upload edeceğim bir paylaşım sitesine)

Yarın paylaşacağım sizinle muhtemelen.

Şimdi yatmam lazım. Biliyorum kaçak güreşiyorum bu ara ama; vallahi söz "daha sık yazacağım".

Valla.



Black

We touched the wall's of the city streets and,
Didn't explain,
Sadly showed us our ways,
Of never asking why?

Cast down it was heaven sent (and),
To the church no intent to repent,
On my knees,
Just to cry.

Until you travel to that,
Place you can't come back,
When the last pain is gone,
And all that's left is black.

Burning nights, he's coming to me and,
Someway, he'll punish my deeds,
And he'll find,
All the crimes.

But then they ask, when they gunna see them,
Then they gunna ask to feel,
The ghost, the walls, the dreams,
Well I've got mine.

At last, those coming came and,
They never looked back,
With blinding stars in their eyes,
But all they saw was black.

Fooled them,
Hoping to seem like a sliver of evil,
But the part agreed and,
It's not a mask,
So be honest with me,
We can't afford to ignore,
That I'm the disease.

Practical, since we had to be in,
When they were all looking back to me,
And they tried,
Oh they tried.

And when you follow through,
And wind up on your back,
Looking at up at those stars in the sky,
Those white clouds have turned it black.

Üç Yıl Oldu Görüyor Musun?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:56

22

Vay be sevgili okuyucu.

3 yıl olmuş görüyor musun?

Bak o kadar şey paylaşmışız ki 3 yılda, artık "Sevgili okuyucu" diye giriş yapınca yazıya hiç yadırgamıyorsun bile görüyor musun?

Hatta öyle alışmışsın ki iki cümleyi de "Görüyor musun" diye bitirdim onu bile yadırgamadın bak.

"Sinema yazıları yazarım, benim Ömür Gedik'den neyim eksik" diye başlamıştım blog yazmaya.

Yok be aslında tam öyle değildi blog yazma hikayem. Hatta bir sır vereyim sana bu benim ikinci blogum. Ama gidip aramaya falan çalışma. İlk yazdığım blog kişiye özel bir blogdu ve sadece davetli olanlar okuyabiliyordu. 4-5 kişi falandık. Hala da duruyor o sayfa.

Çok şey değişti hayatımda son 3 yılda. Zaten hemen hemen hepsini de buraya aktardım hiç çaktırmadan. Bazen en alakasız yazıda gördünüz o gün kızdığım bir şeye olan öfkemi, bazen gündemdeki bir olayla ilgili bir yazıda anladınız hassas dönemlerimi.

Gerçek hayatta dostum, arkadaşım, sevdiğim insanların bana olan bakış açısını, saygısını burda da aynı şekilde kazandım. Belki de o yüzden sadece adımı gizledim, kendimi değil.

Çok da eğlendim bu gizlenme mevzusunda. Benim yazdığım yazıyı bana yollayıp "Ağbi herif ne yazmış be" diyenler mi ararsın, "HBBA diye bir eleman var bak o çok iyi onu takip et" diyen mi ararsın, "HBBA diye bir yavşak var kılım ona" diyen mi ararsın.


Her şey bir yana bu blogun okuyucu kitlesi çok özel bir kitle bence. Gerçekten.


Sadece kendi bakış açımdan söylemiyorum bunu. Bu blogu okuyan insanlar karşıt görüşte bile olsalar hiçbir zaman beni kırmadılar.

Ne adımı sanımı sordular, ne tipimi merak ettiler. Sadece benim fikirlerimdi onların merakı.

Galatasaraylı geldi Fenerbahçe yazımı okumaya, en fanatik AKP'li gelip hak verdi iktidarı eleştirime. Uzar da gider örnekleri.

Sizi bilmem de cidden blog alemi içinde çok şanslı hissediyorum ben kendimi. Farklı kesimden bir çok insanın saygısını kazandığımı düşünüyorum.


Kendimi övüyor değilim bu arada yanlış anlamayın (e yanlış alnamıyorlar  zaten hala açıklama yapıyon), sadece samimiyetime verdiğiniz değer için teşekkür etmek istiyorum bir kez daha.

Hep söylüyorum ne para ne şan ne şöhret, empatiden, karşıdakini dinlemekten bu kadar yoksun inanların çoğunlukta olduğu bir ülkede hem de "okuyarak" bana saygı gösterdiniz.

Hem de kim olduğumu hiç umursamadan.

Yazmaya devam edeceğim yine hayat elverdiği sürece.

Okuyan, okutan, kaale alan, yorum yapan, haddimi bildirmeye çalışan, kızan, moral veren herkese teşekkürler.

İyi ki yazmışım.

Yine olsa yine yazarım.

Yazacağım da.

Sağlıcakla kalın.

"Sen" diye başladığım yazıyı "siz" diye bitirdim görüyor musun?

* 3.yaş nedeniyle sizler için hazırladığım "HBBA Soundtrack 2" çok yakında burda.  

Tbrklr Cnm

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 15:35

7

Bir Yorum Farkı bölümü ile daha karşınızdayım sevgili dostlar.

Bu seferki vakamızda "Düğün" adındaki bir tiyatro oyunu için Facebook'da etkinlik açıp arkadaşlarını davet etmiş Evren adlı bir tiyatrocunun başından geçiyor hikayemiz.

Evren etkinliği oluşturduktan sonra aşağıda da gördüğünüz üzere tüm arkadaşlarını davet ediyor.



Amma velakin gelen yorumlardan anlaşılıyor ki arkadaşları Evren'den gelen mesajı hiç de doğru algılayamamış. (Çok fena kelime oyunu yaptım şu an)



Siz de internette karşılaştığınız ilginç vakaları künyedeki adrese yoll... Şaka len şaka gazete mi dergi mi bu. Hem insan kendi görüp yakalayınca daha bi şey oluyor böyle bi...

Neyse gittim ben.

Kısa Kısa 14

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 01:35

5

Yazmadıkça uzaklaşıyorsun, uzaklaştıkça yazmak istiyor ama yazmak istedikçe elin gitmiyor. İşte bu kadar saçma cümle kurabiliyor insan uzun süre yazmayınca. Döndüm yine kürkçü dükkanına ama durun bakalım neler olacak.


***

Behzat Ç. - Seni Kalbime Gömdüm benim için ciddi bir hayal kırıklığı oldu. Aslında hayal kırıklığı biraz ağır belki ama Son Hafriyat kitabındaki ca'nım hikayenin kötü bir şekilde harcandığını düşündüm. Red Kit başlı başına efsanevi bir karakterken, o geçmişte yaşadıkları, kendi travması, yaşattığı travmalar okuyucuya harika bir şekilde aksettirilirken filmde neredeyse gözükmedi bile. Hele Songül ve ağbisinin kitaptaki yerlerinin değiştirilmesi tam yıktı beni.

Oyunculuklara lafım yok ama keşke bu hikaye filmde böyle harcanmak yerine dizinin ikinci sezonuna yedirilseydi.

Neyse artık.

***

2.sezon hiç olmasa da olurdu amma velakin olursa da ancak böyle güzel başlayabilirdi herhalde.

***

N.Ç olayı ile ilgili bir yazı yazdım ama tamamlayamadım sinirden. Öyle kalakaldı. Öyle kalakaldım. Elim gitmiyor tamamlamaya.

***

Adamın evi yıkılmış, belki en yakınını kaybetmiş, belki sevdiği birileri ölmüş, belki hayatı kaymış, sen bir çadır için kilometrelerce kuyrukta bekletmişsin, soğukta donmuş, senin valin ortalarda yok. O adam gelip sadece "Vali İstifa" diye bağırıyor ve adamı sokak ortasında copla dövüyor, yüzüne biber gazı sıkıyorsun. Ne oldu Vali Bey'in gururu mu incindi istifa diyince birileri. İstifa etmeyecek zaten biliyoruz. Etmesin de zaten. Mazallah gider terfi ettirirsiniz ertesi gün de bırakın bağırıp çadırına dönsün insanlar. Hoş o çadırlar için de devletin bakanı gelip "Valla saray burası saray" demedi mi sırıta sırıta evi yıkılan adamlara. Ne diyim nankörüz valla hiç kadir kıymet bilmiyoruz. Devletimiz, valimiz, bakanımız sağ olsun da biz ölürüz, öldürürüz.

***

Halk bir gün düşersen ben de seni kaldıracağım derken, halkı temsil edenlerin düşene bir tekme de biz vuralım demesi ne acıdır.

Bu arada BirGün'ün manşeti de ne güzel özetliyor mevzuyu.

***
"Planking" diye bir saçmalık çıkmıştı hatırlarsınız. Yüzüstü fotoğraflarını çekip internete koyuyordu millet. Ondan sonra da Scarlett Johansson'un çıplak fotoğrafındakiyle aynı pozu veren insanların başlattığı "Scarletjohansoning" çıkmıştı. Amma velakin en güzeli yine bizden geldi.

İşte karşınızda Serdar Ortaç'ın buzdolabına yaslanarak verdiği pozdan yola çıkarak başlatılan yepyeni bir akım : SerdarOrtaçing


***

Tevez İngilizcesi'ne de çok fena takılmış durumdayım. İt iz veri iffikul, it is veri imoşyonal, veri iffikul

***

Ne acıdır ki tam 13 yıl sonra artık ben de bir Pesci değil Fifacı oldum. Fifa 11 de Fifa 12 de açık ara ezer geçer Pes'i. Yılların Winning Elevencısı adama şu lafları ettirdin ya sana hiçbir şey demiyorum artık Konami. (Çok üzülüyorum bunları söylediğime)

***

Kısa Kısa bloga dönmek için en iyi yol.

***

Blogun 3.yaşı geliyor. Size yine güzel bir hediyem var.

Bir Gün Düşersen

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 12:56

12

Hala umut var..



* Link

Yunus

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 13:30

20

Yunus dün babasından gizli internet kafeye gitti. Sonra deprem oldu.

Enkazın altından çıkardıklarında ilk sözü "Saat kaç?" oldu. Epey geç olduğunu öğrenince de "Babam çok kızacak" dedi. Bina üstüne yıkılmış, üzerinde tanımadığı bir adamın cansız bedeni ama Yunus hala babası azarlayacağı için endişeleniyordu.

Çocuk işte..

Yunus kurtulamadı.

Hani internette dolanır ya Hz.İsa'lı, Atatürk'lü siyah beyaz bir resim vardır. "30 saniye gözünü kırpmadan bak sonra duvara bak ne göreceksin" diye.

Hah işte.

Şimdi gözünü kapat ve sadece kalbinle bak şu resme. İster 30 saniye istersen 1, fark etmez.



Hala "Hak ettiler, İlahi adalet" diyebiliyor musun?

Diyebiliyorsan git şimdi duvara bak. O duvar aslında bir ayna. Sen de şu an kendini görüyorsun.

Bir Nebze

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:56

3

Zor...

Çok zor..

Zor bile sadece 3 harf, nasıl anlatalım ki içinde olduğumuz durumu. Nasıl dökelim kelimeye, cümleye.

Hangi harf simgeleyebilir ki biricik evladını gencecik yaşta kaybeden annenin içindeki acıyı. Hangi yazı anlatabilir sevdiği adamı daha hayatının baharında kaybeden kızın artık yok olmuş kalbini. Nasıl anlatalım daha bunun acısı dinmemişken ertesi gün okula gideceğini hayal eden çocuğun betonların altındaki korkusunu.

Peki ya nasıl anlatalım tüm bunlardan zevk alanları.

İnsan öldürenleri zaten anlayamayız da, peki ya evinde oturmuş kelle isteyen, kundaktaki bebekten leş diye bahseden organizmaları.

Hele hele onlar aynı mahallede büyüdüğün, aynı sırayı paylaştığın, aynı şehirde anılar biriktirdiğin dostların, arkadaşların, ağbilerin ablalarınsa?

Çok yaralandık zaten de bunlar daha da koydu be.

Neyse..

Ağbisini kaybeden Fikret Bila'nın dediği gibi "sonra ağlarız, sonra acı çekeriz", şimdi herkeslere inat birlik olma zamanı. Şimdi ayakta durma, hiç tanışmadığın dostunun sırtını sıvazlama zamanı. Şimdi daha fazla gözyaşına engel olma zamanı.

Boşverin kan dilencilerini. Biz şimdi ayakta duralım.

İstanbul Yardım Toplama Noktaları

Ataşehir Belediyesi : 0216 570 50 00
Bahçelievler Belediyesi : 0212 6393261
Beşiktaş Belediyesi : 444 44 55
Bakırköy Belediyesi : 0212 583 10 23 veya 583 10 29
Eyüp Belediyesi : 0212 616 57 72 veya 0212 417 51 15
Kadıköy Belediyesi : 0216 542 50 55 veya 444 55 22

Küçükçekmece belediyesi : 0212 426 06 54
Maltepe Belediyesi : 0216 388 19 20
Pendik Belediyesi : 444 7635
Sarıyer Belediyesi : 0212 271 10 11/12 veya 444 1 722
Silivri Belediyesi :  4442047
Şişli Belediyesi Mavi Masa :  0212  288 75 76
Tuzla Belediyesi : 444 0 906 / 4048
Ümraniye Belediyesi : 444 9 822
İzmir Yardım Toplama Noktaları 

Konak : 0 232 444 35 66
Karşıyaka : 0 232 399 40 75
Bornova : 0 232 388 29 64

Diğer İller 

Ankara : 0 (312) 245 45 00 ve 430 18 14
Aydın : 0 256 226 63 80 (Dahili 1009- 1321- 1323)

Hesap adı: Van Depremi İnsani Yardım Hesabı
T.C. Ziraat Bankası Aşağı Ayrancı Şubesi Ankara
TL hesabı : TR600001000820555555555031
ABD Doları hesabı: TR330001000820555555555032
Avro hesabı : TR060001000820555555555033
Vakıflar Bankası A.O. Finansmarket Şubesi Ankara
TL hesabı : TR620001500158007299317599
ABD Doları hesabı: TR430001500158048013094088
Avro hesabı : TR320001500158048013094092
Halk Bankası Bakanlıklar Şubesi Ankara
TL hesabı : TR190001200940800005000015
ABD Doları hesabı: TR210001200940800058000100
Avro hesabı : TR910001200940800058000101

Diğer iller ve daha detaylı bilgiler için yalnizdegilsinvan ve haber34.com sitelerini takip edebilirsiniz.

* Numaralı toplamada katkı veren Gözde Çetin, Gökhan Türkben, Melisa Özdemir, Serhat Dönmez, Vedat Buz, Gülşah Çulhacı, Müge Çerman, Pelin Okyay, Gözde Akkan, Ness, Betül Aksu ve Sinem(Geowyns)'e teşekkürler.

Mesut Bahtiyar

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:09

10

Kızmayın bana. Ben istemez miyim her gün en az bir tane yazı yazayım şuraya. İstemez miyim izlediğim filmleri dinlediğim şarkıları koyayım da üzerine iki üç kelam edeyim. Ama olmuyor işte. İş güç var bir yıldır. Başka şeyler var, altından kalkmak zorunda olduğum sorumluluklar, gerçekleştirmek istediğim hayaller var. İstemez miydim hem hayallerim gerçek olsun hem de hayallerimi yaşayarak yaşayabileyim.  Ama olmuyor işte. Zaten artık film bile izleyemiyorum ki doğru dürüst. Ama kötüyüm sanmayın ha. Güzel şeyler oluyor. Hem de çok güzel şeyler. Anlatırım sonra. Şimdi konumuz o değil.

Hep diyorum ya hani "Bu devrin adamı değiliz valla" diye. İşte o bazen çok daha kötü yapıyor insanı. Her popüler olana tukaka diyenlerden değilim ama bazen çok batıyor bana bazı şeyler.

Bozulmuş olanın içinde doğmak koymaz adama. Zaten bozuktur onun devri farkında bile değildir ki bu bozukluğun. O düzen onun normalidir. Fena olan bozulmaya şahit olmaktır en acısından hem de. O geçişi, o deformasyonu, o her ne haltsa işte onun değişimine şahit olmaktır. Kayar gider gözünün önünde pek çok şey. Kaybolur birer birer.

Artık şarkılar şarkı gibi olmamaya başlar.

Hani bir sürü açıklama getirirler bi de bu dejenere olma durumuna; işte yok darbe oldu, yok kriz çok etkiledi gibi bir sürü nedenler sayarlar. Ben de yaparım yeri gelir.

İşin aslı her nesil kendinden sonraki nesli beğenmez. Mutlaka ortada bir "bozulma" olduğunu söyleyip huysuzlanır. Hatta inanın şimdi "Justin Bieber" diye inleyen bir çok velet de on yıl sonra "Çok bozuldu ortam eskişden böyle değildi" falan yazacak oraya buraya. Bizim içinde bulunduğumuz zaman diliminde de bunu yapıyoruz ya zaten. Hep eskiyi yad edip yeni zamana bok atıyoruz. Ama haklıyız biraz da sanki. Zira çok keskin geçişler yaşadık biz. Bizim değişimler çok ama çok kısa sürelerde yaşandı sanki. 

Komik gelebilir belki ama bence bu değişimin en önemli sebebini iki insanın gidişine bağlıyorum ben. Biri Zeki Müren diğeri de Barış Manço.

Biliyorum çok da mantıklı gibi değil ama etkileri çok büyük oldu bu iki insanın kaybının bizde. Daha önce ölüm yıldönümünde Barış Manço ile büyümenin nasıl bir şey olduğunu anlatmıştım şu yazıda.

Geçen hafta ise ondan önce giden Zeki Müren'in ölüm yıldönümünü yaşadık.

Zeki Müren hakkında söylenecek çok şey var aslında ama zamanında onu en iyi tanımlayan sözlere bizzat kendisi imza atmış.

Ne kadar zordur aslında insanın kendini anlatması. Bunu yaparken mütevazilik ile kibir arasında çok ince bir çizgide kalırsınız. Çoğu insan tutturamaz o dengeyi. Ama "Sanat Güneşi" bunu da çok iyi kotarmış şarkısında.

Zeki Müren sadece bir sanatçı değildi aslında. Onu bu kadar önemli yapan eşsiz sesi, dilimizi en iyi konuşan insanlardan biri olması, harikulade kişiliği ve zerafeti değildi sadece. O bu ülkede pek çok tabunun yıkılmasını sağlayan bir adamdı.

Biz her zaman bir tarafa atmaya çalışırız insanları. Mutlaka bir sıfat koyarız önüne. Bizim için hiçbir zaman sadece "insan" olmak yetmez. Sağcı-solcu, Türk-Kürt, Fenerli-CimBomlu, Alevi-Sünni gider de gider. Hiçbir şey bulamazsak kadın-erkek diye ayırırız. İkisinin arasındaysan da vay haline.

Zeki Müren hepsidir.

Pis pis sırıtıp "ibnedir ibne" diyen adam da ona Paşa der, en Hümanist, Aktivist tipler de.

Zeki Müren kalptir.

Sadece ses, sadece sanatçı, sadece "Sadece" diye başlayan sıfatlar değildir.

İnsandır Zeki Müren,

Zeki Müren hepsidir. Her şeydir. Herkesten bir şey değil, her güzel şeyden bir şeydir.

Bir de çok güzel şarkı okur be.

Otobüs Sinefili

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 16:03

15

Efendim eski takipçiler bilir ki bu blogu sinema odaklı yazılar yazmak için açmış, daha sonrasında da bi şekilde şimdiki formatına dönüştürmüştüm.

Zaten kısa bir zaman öncesine kadar ciddi anlamda sinemayı takip eden, vizyona giren filmlerden tut da Polonyalı genç sinemacılardan, İran, Bollywood, Uzakdoğu'ya kadar arşivler yapan bir adamdım. Amma velakin son 1 yılda Kamil Koç, Pamukkale, Nilüfer Turizm diye ayırmaya başladım izlediğim filmleri. Sinemada patlamış mısır bile yenmesinin filme saygısızlık olduğunu düşünürken artık bir elimde topkek diğerinde Fanta ile izliyorum filmleri.

O festival senin bu festival benim diye dolanırken, yazıhanaler arasında mekik dokumaya, sinekartlarla, gençturkcell fırsatlarıyla bilet alırken Kamil Koç Yolkart kullanmaya başladım. 

Yani tek bir cümle ile özetlemek gerekirse ne acıdır ki ben artık bir Otobüs Sinefili'yim.

Bu acı ama gerçek durumu da bir fırsata dönüştürüp en azından sinema yazılarına dönmek içinse şimdi sizlere şu dönemde yaptığım yolculuklarda izlediğim filmlerle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum efendim.

İncir Reçeli 

Öncelikle ben bu filmi uzun süre izlemekten kaçtım. Onun da nedeni bu Halil Sezai denen adamın hakkaten de hoşuma giden ağlak şarkılarının etkisi idi. Fragmanında falan görüp edindiğim izlenimle bu film o dönemde beni kötü anlamda etkileyecek, dokunacak bir filmdi. En azından şarkıların bende bıraktığı izlenim buydu. 15 gün önce yaptığım Ankara yolculuğunda ise "Kaçmayayım artık şu filmden" diyerek play tuşuna bastım.

Basmaz olaydım efendim.

Allahaşkına bu ne klişedir, bu ne saçmalıktır, bu ne itici bir filmdir. Bırakın duygusallaşmayı, ailenizin romantik popçusu gibi hissettiğim şu dönemde bile bu film yüzünden kendimi taş kalpli bir insana dönüşmüş buldum.

Her şeyden önce bu nasıl itici oyunculuklardır. Halil Sezai o tripler ne allahın cezası. Ne o havalar. Artis misin oğlum sen?

O Melike denen kız. Kızım sen o sesle, o yapmacıklıkla, o sahte Amelie Pouilan havalarıyla kendini sevimli mi zannediyorsun. Peh! Ya bırakın ya, ya bi gidin ya.

Sevimli mi sanıyorsun kendini?
Neymiş Aidsmiş de öpüşemezmiş, dokunamazmış. Sieeee!!!

Bi de o kadar mumu yakıp nasıl da çıplak oturdunuz o salonun ortasına.

O gökgürültüsüyle beraber gitar çalmak ne lan?

Ya bi gidin ya, ya bi gidin ya.

Eyyy Halil Sezai, o herif de eski sevgilisi ha? Ha benim sığırım ha benim malım.

Puanım : 3/10


Çakallarla Dans

Ben size bir şey söyleyeyim mi?

Bence Murat Şeker Türkiye'deki otobüs firmaları tarafından film çeksin diye finanse edilen bir yönetmen. Başka türlü bu adamın durmadan film çekmesini ve durmadan her otobüste filmleriyle karşıma çıkmasını izah edemiyorum.

Yani hadi şu Aşk Tutulması'na eyvallah diyeyim. O da film çok iyi falan olduğundan değil ha. Ben Fenerbahçeliyim. O filmi de izleyen bir Fenerbahçeli ister istemez bir yerden yakalanabilir, film boktan olsa da. E ama şu diğer filmler ne allahaşkına. Aşk Geliyorum Demez, Plajda vs.

Bu Çakallarla Dans Murat Şeker'in muhtemelen arkadaşlarıyla gece 11-12 halı saha maçı esnasında aklına gelmiş bir film olsa gerek.

Muhtemelen Murat Şeker maçı organize eden adamdı ve takımı tamamlayana kadar bir sürü kontör ve zaman harcadı. "Ayakkap bul geliyim oğlum" diyen kıl arkadaştan tut da son dakkada "Ağbi benim hatunun yarın sınavı varmış ben bu akşam maça gelemeyeceğim" diyen mal arkadaşının verdiği stres ve acıyla "Ulan bu halı saha organizasyonlarından ne çektim, Dur şunu fırsata dönüştüreyim" diye 15 dakikada yazıp yönettiği bir film.

Yarısında da çıkamıyorsun ki arkadaş. Ne yapayım "Muavin kardeş kenara çekin ben şu benzincide ineyim" mi diyeyim.

Puanım : 2/10


Polis 

Onur Ünlü'yü severim. Daha doğrusu Onur Ünlü tayfasını severim. Malum Afili Filintalar tayfası bunlar. Murat Menteş, Emrah Serbes tuttuğum adamlardandır. Onur Ünlü'nün Polis filmini de zamanında izleyememiş ama Leyla ile Mecnun dizisindeki başarısını da takdirle karşılamıştım.

Ama ama..

Polis filmi bu kadar büyük beklenti ile izleyip büyük hayal kırıklığına uğradığım bir film oldu malesef. Yani nasıl anlatsam o kadar kötü bir film ki, o kadar kopuk, o kadar alakasız diyaloglar, o kadar eğreti duran bir dili var ki filmin. İyi oyuncular bile kurtaramamış bu filmi. Sanki Onur Ünlü çok fazla son dönem Uzakdoğu Sinemasının etkisinde kalıp bunu Yeşilçam klişeleri ile birleştirmeye çalışmış da hiç olmamış gibi duruyor.

Kendisine saygım hala devam ediyor ama bu film çok kötü bir film be.

Muhtemelen "Sen o filmdeki derinliği anlayamadın" diyecekler olacaktır. Hatta "Ulan bir bok bildiğin yokmuş" diyecekler de ama gerçekten de bırakın bunu..Ya neyse bir şey demiyorum. 

Puanım : 4/10


Kavşak 

Hah işte ya. İşte bu ya diye başlayan, neredeyse kusursuz giden ama ortalarından itibaren özellikle de sonu itibariyle bir çuval inciri berbat eden bir film Kavşak.

Öncelikle Güven Kıraç ve son dönem aktörleri arasından ümit beslediğim Umut Kurt gerçekten çok başarılı oyunculuklar çıkarmışlar. Özellikle Güven Kıraç gerçekten döktürmüş. Yukarıda da dediğim gibi film gerçekten çok etkileyici başlıyor, gerek atmosferi gerekse de hikayesi ile çok şey vaat ediyor. İşte tam film böylesine kusursuz ilerlerken bir mola verdi otobüs Susurluk'ta. Ya kardeşim mola verdik diye sen niye kapatıyorsun tüm sistemi değil mi sevgili takipçiler. İsteyen iner isteyen otobüste durup filmini izler, kitabını okur.

Neyse efendim ne zaman mola bitti filme kaldığım yerden devam ettim, film bildiğiniz boka sardı. Yani gayet kara film olarak başlayan ve başarıyla giden film gitti mutlu sona bağlayayım ben bu hikayeyi diye resmen bir çuval inciri berbat etti. (İncir'den de tiksindim resmen)

Belki o molayı vermeseydik falan demeyceğim. Ne alakası var molayla manyak mısınız. Mahvolmuş işte güzelim film.

Şu filmi son 10 dakika Bülent Ortaçgil şarkısına bağlayıp gülen gözlerle bitirmek hakkaten de yazıktır.

Neyse.

Puanım : 5/10

Gelecekten Bir Gün

Affınıza sığınarak özet geçmek istiyorum :

Hayrettin... Allahaşkına bir siktir git.


Puanım : 1/10


Efendim geldik ilk "Otobüs Sinefili" yazısının sonuna. İlk diyorum çünkü bu formatı yolculuk yaptıkça sürdürmek istiyorum. Bu arada şunu da belirteyim ki otobüste sadece Türk filmleri ve animasyonları izliyorum. Malum yabancı filmler zaten Show Tv'nin geceyarısı verdiği aksiyon filmlerinden ibaret oluyor, iyi olanlara da dandik dublajlar yapıyorlar. E gece yolculuklarında da kitap okumak zor olduğu için, veriyorum kendimi dandik türk filmlerine.

Neyse efendim daha fazla kafanızı şişirmeyeyim.

Bir sonraki Otobüs Sinefili'nde görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın.

Gece Saçmalaması

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 02:08

33

Yaşım 27.

Böylece bir kuralımı daha yıktım değil mi? Yaşımı söylemiyorum, suretimi göstermiyorum ya. Çok coolum ya ben. Hep ondandı sandınız değil mi?

Öyle değil be valla bak. Ben zaten yalan söyleyemem. Yani söylerim de yalanımda doğruyu söylerim hep. Tanıyanlar bilir ki söylediğim yalan doğruyu söyleyemediğim yerdeki kamuflajımdır ve hemen anlaşılır pat diye. Hoş, çok olmaz o da. Zaten tutamam kendimi çoğu zaman. Ne çektiysem de ondan çekmedim mi zaten. (Durmadan kendini anlatan adamları hiç sevmem ve giderek onlara dönüşüyorum)

Çektim evet. Çok çektim.

Kime göre neye göre? 

Kendime göre Allah'ın cezası kendime göre.

Ben birini seviyorum. Çok hem de. Sorun şu ki o da beni seviyor.

Evet sorun. Yanlış okumadın. Sorun da bu. Niye sorun dersen, bak yemin ediyorum (durmadan yemin eden insanlardan nefret ederim ve giderek onlara dönüşüyorum), vallahi billahi (bak gene) bilmiyorum.

Belki biliyorum da işime gelmiyor diyeceğim de o da değil.

Biz birbirimizi seviyoruz ama işte.

Ya ben bunu anlatmayacağım aslında. Niye bu konuya girdim ki.

Neyse. Hafta sonu Ankara'ya gittim ben. Uzun zaman sonra. 3 yıl sonra. En son onunla gitmiştik. O da 3 saat durmuştuk. Metrosu pek garip Ankara'nın kapıları çok sert kapanıyor, durağın adını azarlar gibi söylüyor. (ULUS!!!)

Annem öleli 6 yıl oldu dün. Aslında annem sağ da anneanneme anne diyordum ben. Son isteği benim elimi tutmak olan bir insandı düşün. Bir insanın son isteği olmak nasıl bir duygu anlatacak değilim. Çünkü gerçekten orda değil gibiydim. Bakamadım da yüzüne zaten. Ne acı.

Teyzemle de konuşamıyorum artık. Çocukluk kahramanımdı oysa o benim. Niye böyle oldu ki. Ne acı.

Ben birini seviyorum. Çok hem de. Ama ben sanırım çok seviyorum. Çok sevmemek lazım. Böylesine sevmemek lazım.

İzmir'i özlemedim lan. ne acı değil mi?

Oysa İzmir'i bırakıp gidemezdim bile. Şimdi umrumda bile değil İzmir. Tamam tamam sakin olun İzmir Cumhuriyet'in kalesidir, hemen Atatürk rozetimi takıp bayrağımı sallıyorum da onu demiyorum ya ben. Manyak mısınız bu nasıl refleks? İzmir'i diyorum İzmir'i, Kale değil, İzmir lan. Çocukluğumun şehrini, Kordon'u, Fuar'ı, Pak Bahadur'u, Güzelbahçe, Narlıdere, Hatay, Karşıyaka'yı ne zaman kaleye çevirdiniz lan.

Ben birini seviyorum diyorum siz Cumhuriyet diyorsunuz.

Neyse ne diyordum. Çok fena saçmalıyorum şu an. Farkındayım.

Kardeşimi özledim ben. Kardeşimle hiç sarılmadık biz ve muhtemelen de hiç sarılmayacağız. Salağız biraz evet. 1 yaş var zaten arada. Ayı gibi adam ne sarılcam da çok klas adam lan benim kardeşim. Harbi adam yani. Saygılar hocam saygılar.

Annemle telefonda konuşamıyorum ben. Kızıyor o da. İkide bir "Sohbetine de doyum olmuyor" diye laf çakıyor.

En yakın dostlarımdan biri ile artık görüşmeyeceğim sanırım. Ayıp etti.

İçkim sigaram yok ha. Olsa iyice sıçtık demek ki. Bu arada kolayı da bıraktım. İçmeyeceğim artık.

Neyse.

"İnsan hayatının geri kalanını birlikte geçireceği insanı bulunca hayatının geri kalanının hemen başlamasını ister" diyordu dönüş yolunda okuduğum güzel kitapta.

Artık kitap okumak için yolculuk eder gibi oldum sanki.

İyi saçmaladım. Gideyim ben.

Yukarıda yazanlardan bir şey anlayan varsa bana da anlatsın.

Şarkıyla veda edeyim bari.
Bu kadar okudunuz
Bi şeye bağlansın.
Şiir gibi oldu,
Aman kafiye bozulmasın.



Kayra & Farazi - Alt Geçit

Biz kapan kurardık Şener Şen basardı,
Hayal bir feste püskül Üsküdar uzaktı,
Sobalı evlerin beton zeminlerinde saklan,
Kareli gömlek içerisinde gelebilir bir akşam,
Eski maçlar ciğerinin tam ortasında
Ve sağ tarafta bol duman yokuşlar,
Ciğeri tarifin gereği sorgulanmaz çok çetin bir kış devirdik muhtemel cevap
Ve Hakan şimdi n’apar? Maaşı kaç lira?
Bu yıl bahar gelir mi? Hepsi muamma
Alt geçitlerin içinde debelenirken,
Diyorum oğlum az biraz sabır alışacaksın,
Önce karlar eriyecek kazakların rafa,
Sonra günü gelince şaraba elveda,
O gün gelirse şayet durakta bekleyip,
Bir kez olsun bir yemin et…

Kalıbı küfre layık vicdan yemin peşinde,
Oysa tek bir dakika bekle beni asıl donarken izle,
Durakta bekledik, kör topal yeminler ettik,
Allem ettik kalem ettik olmadı,
Ve şimdi çençük ağzımın tam ortasında on yıl evvelinden kalma atkı,
Öfke damara dar gelince yakıyorum bu mavi lark’ı,
Yaklaşırken alt geçitlere şöyle yapacam:
Eski İsmet Market’in önünden durağa bakacam,
Eski İsmet Market’in önünden bugüne bakacam
Beyaz bir Şahin geçecek sonra,
Açık camından itinayla duyulacaktır ‘’Ah Yalan Dünya’’
O dakikanın sonunda ciğerin acıyacak,
Yokuşu tırmanırken kafanda var tabi ki bomboş evler
Bakıyorum bu atkıya,
Bakıyorum o dolmuşa, sade susuyorum…

Biz hayal kurardık gider biz basardık,
Ciğerim acıyarak derim memleket yok artık,
Zannedersem on sabır taşıyla çatladık,
Akşamüstü izlenir Sadri Alışık,
Benim için deniz, martılar falan uzak,
Tren sesiyle eskiden kaçardı uykular,
Bu yüzden orta yerine yazmışım birinci verse ün bu yıl bahar gelir mi?
Sormamız günah,
Yine de söylerim bu kış baya bunaldım,
O yüzden arkadaş çimenler koktu muydu benden hep kaç,
Oysa şimdi bakıyorum çoğu zaman uyandın,
Nedense bir dakika geçmez altı yirmi altı
Bugün de öyle gün,
Bugün de aynı gün, elinde şemsiye önünde alt geçitler,
Diyorum oğlum az biraz sabır alışacaksın,
Diyorum oğlum az biraz sabır,
Ciğerin acıyacak..

Seni Her Gördüğümde

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 02:43

19

Biri bana demişti ki : Sen çok güzel seviyorsun, öyle sevme.

Bilerek yapmıyordum ki. Hala da bilerek yapmıyorum ki. Sevmek bilinebilen, öğrenilebilen bir şey mi ki?

Sevdiğin kişiyi sevmeyi öğrendin mi?

Öye değil bence.

Annen daha önce doğurdu mu seni? Hayır. E o zaman nasıl hemen sevmeye başlayabiliyor?

"O başka ama..."

Değil be. Gerçekten değil. Birini, bir şeyi sevebilmek öyle birden olan bir şey. Tamam, Samet ona baba demişti. Sevgi neydi? Sevgi emekti..

Ama o kadar da değil be.

Samet ona Baba dedi de sen Cemşit'e hiç "Seni seviyorum" diyebildin mi Asya?

Erkin Koray - Seni Her Gördüğümde


İnan ki
Senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde
Yüzüne bakmasam da
Başımı çevirsem de
Seni her gördüğümde
Seni her gördüğümde
İnan ki
Senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde
Ne kadar kırgın olsam
Dargın olsam da bile
İnan ki
Senden başka
Senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde


Hayat Boktan

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 02:39

16

Hayat çok boktan.

Yapma ya öyle mi? Hakketten mi? Niye peki?

Niye'den ziyade hangi hayat boktan?

Dur ben söyleyeyim. Senin hayatın boktan.

Peki niye?

Kimin yüzünden?

Ailen, sevgilin, eski sevgilin, arkadaşların, dostların, akrabaların, yaşadığın şehir, aldığın maaş, patronun, ülken daha uzar gider değil mi?

Ya sen? Senin hayatının boktan olmasında senin katkın yok mu?

Hiç mi?

En kötüsü ne biliyor musun? Hayat bunları yaşatırken, sona doğru giderken, etrafa bakmak yerine bu aptal şeyleri sorgulayıp durmak.

Son durağın nasıl olduğunu zaten biliyorken, yol boyunca hep son duraktan konuşmak. Etrafa hiç bakmamak, yolun keyfini çıkarmamak.Son durakta geride kalan yolu anlatmak yerine, yol boyunca son durağı konuşmak.

Ya bi şey olursa?

E olacak zaten bi şey bari yolun tadını çıkaralım.

Gerçek ne biliyor musun?

Gerçek şu an. Ne geçmiş ne gelecek. Gerçek şu an. Şu an da hiç bir zaman aynı şu an olmayacak şu anın hakkını vermedikçe. Yeni şu anların hep kötü şu anlar olacak şu anı geçmişe ve geleceğe sıkıştırdıkça.

Kendi gözlerini kör etmişken karanlıkta gördüğün parıltıya da inanmıyorsun ya hayat akıp gidiyor sen bunu yaparken.

Yazık.

Ne dedim ki şimdi ben?

Neyse. Hayat çok boktan. 


Alexander Ebert - Truth

The truth is that I never shook my shadow
Every day it's trying to trick me into doing battle
Calling out "faker" only get me rattled
Want to pull me back behind the fence with the cattle
Building your lenses
Digging your trenches
Put me on the front line
Leave me with a dumb mind
With no defenses
But your defenses
If you can't stand to feel the pain then you are senseless

Since this
I've grown up some
Different kind of fighter
And when the darkness come let it inside you
Your darkness is shining
My darkness is shining
Have faith in myself
Truth

I've seen a million numbered doors on the horizon
Now which is the future you choosen before you gone dying.
I'll tell you 'bout a secret I've been underminding
Every little lie in this world come from dividing
Say you're my lover, say you're my homie,
Tilt my chin back slit my throat take a bath in my blood get to know me
All out of my secrets
All my enemies are turning into my teachers.
Because, lights blinding, no way dividing what's yours or mine when everything's shining
You darkness is shining my darkness is shining
Have faith in ourselves
Truth
Yes I'm only loving, only trying to only love
That's what I'm trying to do is only loving
Yes I'm only lonely loving feeling only loving
Till I'm feeling only loving
Ya say it ain't loving ain't loving my loving
But I'm only loving only loving only loving
Only loving the truth.

* Breaking Bad sezon 4 - bölüm 1  son sahne. (diziyi izlemeyenler linke tıklamasın)

Los Wachiturros

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 04:21

9

Uzun zamandır bu tip video koymuyordum siteye de gece gece pek güldüm bu veletlere. Özellikle sağdaki ufaklığın 20.saniyedeki hareketine dikkat!

Kısa Kısa 13

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:54

5

Uzun zaman olmuştu "Kısa Kısa" yazmayalı. Arayı bu kadar uzun tutmamak lazım.

***

Bir blog atasözü : Daha sık yazmalısın.

***

Ben küçükken biri öldüğünde ölen kişiden nefret edilse bile hemen "Oh olsun, zaten yolu yol değildi, su testisi su yolunda kırılır" gibi laflar edilmezdi. Hatta şu yazıda biraz bahsetmiştim. Hiç haz edilmese bile merhuma saygıdan en azından susulurdu. Şimdi biri ölse de ardından atıp tutsak diye pusuda bekliyor sanki insanlar. Anlamadığım bunu yapanlar da sadece yeniyetmeler değil; bildiğin kelli felli insanlar. Bu zamanın adamı değiliz kuzum. Yazık bize. 

***

Bi de "O kadar asker ölüyor üzülmüyorsunuz bir şarkıcı ölüyor ona ağıt yakıyorsunuz" tipleri var ki evlerden ırak. Sevgiler yetmedi üzüntüleri de mi yargılar hale geldi artık insanlar. Bu kadar mı öfke dolduk biz. Hepsini geçtim sen başkasına üzüntüyü sorgulayacağına; o askerlerin ölümünün sebebini sorgulasan, savaşı körükleyeceğine; suni savaşı yaratanları, ondan beslenenleri sorgulasan da sadece sevdiğimiz şarkıcıların ölümüne üzülsek nasıl olur acep? Bakma bana öyle konuşuyorum işte, boşver. Valla.

***

Geçen hafta İzmir'deydim ve yine aynı şeyi yaşadım. İzmir güzel, İzmir hoş evet ama..ama işte..

***

Breaking Bad neredeyse 1 yıllık aranın ardından başladı ama ne başladı. Hala izlemediyseniz en başından itibaren oturun izleyin bu şaheseri. Bu arada Tavukçu Dayı'dan çok korkuyorum.


***

Blogun ilk zamanlarında "Ayın Yazıları" yapardım hani. O ay blog aleminde gözüme çarpan güzel yazıları listeler, kendi arasında bir sıralama yapar, naçizane onore etmeye çalışırdım blog yazarlarını. E tabi artık o kadar gezemiyorum bloglarda. Zaten eskisi gibi sık yazan da yok herkes mikroblog furyasına kapıldı. Eğer hala yapıyor sürdürüyor olsaydım Ayın Yazıları ritüelini, Siminya sayesinde keşfettiğim Tezer'in şu yazısı kesin o ayın Oskarını kapardı. Diğer yazılara da bir göz atın derim. Çok kafa adam bence.

***

Monteyn'in blogunu hala keşfetmediyseniz ona da bi bakın derim.

***

Blog Aleminden söz açılmışken Rectoa'dan bahsetmemek olmaz. Bana göre blog dünyasının acar forvetiydi Malın Gözü. Malesef yayın hayatına son verdi şu yazı ile. Acımız hakikaten büyük.

***

Mevzubahis Fenerbahçe nefreti olunca insanlar Rasim Ozan Kütahyalı'yı bile savunur hale geliyor ya çok üzülüyorum. Bir Aziz Yıldırım muhalifi olduğum halde neredeyse Aziz Yıldırım sempatizanı yapacaklar beni.

***

Hilal Cebeci, Ali Taran-Ayşe Özyılmazel, Nihat Doğan'ın ne yaptığı zerre ilgilendirmiyor beni.  

***

"Behzat Ç."nin sonunda kitaplarını okuyabildim. Hem de 6 saat içinde art arda okudum ki uzun zamandır hiç iki kitabı üst üste okumamıştım. Her Temas İz Bırakır sarstı ama Son Hafriyat için tam anlamıyla yıktı diyebilirim beni (olumlu anlamda).  Son Hafriyat'da 265 sayfa boyunca hiç konuşmayan bir baş karaktere sanki yıllardır yanı başınızdaymış hissiyatını verdiriyor Emrah Serbes.

Dizi kitabın vaad ettiklerini fazlasıyla vermiş. Umarım filmi de hayal kırıklığına uğratmaz. Özellikle Red Kit karakterini görmeyi iple çekiyorum.

Bahattin Ağbi özünde iyi bir insandır.

***

Barış İnce'nin "Siz hiç adam oldunuz mu?" yazısı bu ülkede yaşayan herkese okutulmalı, kasete çekilip geceleri uyurken dinletilmeli.

***

HBBA FM çok yakında yayında!

Uyumak Lazım

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 03:08

6

"Kötüyüm parkın oraya gelsene" dedi arkadaş.

Gittim.

Ben anlattım bi şeyler o da anlatabilsin diye. Anlattı da bi şeyler. Ne diyim ki? Çözümü yok zaten ki o da çözüm beklemiyor. Sadece anlatmak istiyor. Çözümü olan dertler değil bunlar. Bekir misali "Yolu yok çekeceksin".

Son ses İsmail Türüt dinleyen bir araba geçti sonra yanımızdan. "Biz ne haldeyiz bi de şu geçene bak dedim" kızarak İsmail fanına.

Tam arkada çöp toplayan 14-15 yaşında bir çocuk geldi sonra. "O nerde biz nerdeyiz" dedim bu sefer kendime kızarak.

2 saniyede kıyaslanır mı hayatlar? Hayatlar hiç kıyaslanır mı? Kıyaslanırsa da 2 saniyede patlar işte böyle o kıyaslar. 

Uyumak lazım.

Amy

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 23:45

13

İnsan evladının öldüğünü görecek kadar çok yaşamamalı

Sanırım Oz'da geçiyordu bu replik. Tam hatırlayamadım ki hatırlardım aslında. Yaşlanıyor muyum ne?

Neyse konumuz bu değil zaten.

İnsan sevdiği şarkıcıların öldüğünü görecek kadar da yaşamamalı sanki. Tamam iki cümle arasında dağlar kadar fark var da bu yaptığım deformasyonu bu geceki duygu yoğunluğuma verin be kuzum. Gitti canım kızcağız. Ama bir şey söyleyeyim mi size duyduğum ilk anda üzüntüden ziyade öfke idi hissettiğim.

Asacak kesecek değilim millet gibi, "su testisi adamcıkları"ndan da olmadım hiçbir zaman ama itiraf ediyorum gerçekten çok sinirlendim be. Niye yaptı ki bunu. Zaten biz yaşarken gitti çoğu sevdiğimiz şarkının sahibi. O bari yapmayaydı bunu. Bari biraz daha duraydı be yav.

Gerçi uyarmıştı zaten bizi "You know i'm no good" diyerekten.



Her şey kötü de gidenin ardından kafasını camdan çıkarıp çiğdem çitleye çitleye söylenen mahallenin kötü niyetli kadınları gibi bir çoğunluğa dönüşmemiz en kötüsü sanki. "Şehitlere bu kadar ağlamadınız"lara ise hiç girmeyeyim.


* 3 yıl önce "Bu kız fazla yaşamaz efsane olur" diyen şom ağzıma da sıçayım. Belki de bu cümleden mütevellit kendimedir yukarıda bahsettiğim öfkem.

Napyon?

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 22:14

15

Leyla 3 yaşında. Arkadaşımın kızı. Çok seviyor beni. Ben de onu. Haftada bir kaç kez mutlaka görüşüyoruz. Bugünkü telefon konuşmamızda şu diyalog geçti aramızda :

Ben : Leyla sen küsmüşsün bana niye?

Leyla: Napyon?

Ben : İyiyim ben. Sen bana küsmüşsün diyorum niye küstün?

Leyla : Küsmedim ben. Sen napyon?

Ben : İyiyim dedim ya canım benim. Sen napıyon? 

Leyla : Seni düşünüyom.

Ben : .....


Hayat güzel lan.

Bazen.

Seçmeme Seçimi

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 17:28

22

Demokrasi Şöleni!

Aman ne demokrasi ne demokrasi. Sadece oy vermenin demokrasi zannedildiği bir ülkede yaşıyoruz ya yıllardır ben ona yanıyorum. Oy veriyorsun. Eee sonra?

İyi de nasıl oy veriyorsun, kime oy veriyorsun, kimler seni temsil ediyor?

Önce kime oy verdiğimizden bahsedelim biraz.

Efendim oy vermek ne demek? Sizi temsil etmesini istediğiniz siyasi görüşü, kişiyi, lideri, vekili seçmek demek değil mi? Teoride öyle. Peki ya pratikte. Daha doğrusu bizde?

Biz seçmemek için seçen seçmenlerin, daha doğrusu "Seçmeyenlerin" olduğu bir ülkeyiz. Biz, bize yakın olan lidere, siyasi görüşe değil nefret ettiğimizin tam karşısında olana veriyoruz oylarımızı.

Aman AKP olmasın da, aman oylar bölünmesin de, aman şunlar güçlenmesin diye oy mu verilir soruyorum size. İşte bizim yaptığmız bu.

"Aslında benim siyasi görüşümü temsil eden PPP ama barajı nasıl olsa geçemez, hem AKP güçlenmesin" diye oy mu verilir.

"Aslında durumum kötü ama en azından istikrar sürsün" diye oy mu verilir.

Biz veriyoruz işte.


Geçenlerde Fenerbahçe ile ilgili bir yazı yazmıştım. Fenerbahçeli olmayanların içindeki Fenerbahçe nefreti öyle bi hale geldi ki, kendi takımlarına hissetikleri sevginin önüne geçti, bu yüzden de artık kendi takımlarını değil Fenerbahçe'nin karşısında kim varsa onu destekler hale geldiler demiştim. Yani nefretin sevginin önüne geçmesi.

O yüzden değil midir ki mesela bu yazının bu kısmına kadar okuyanların beni AKP'li sanacak olması.

O yüzden değil midir ki bu yazının bundan sonraki kısmını okuyacak olanların beni AntiAKP'li sanacak olması.

Çünkü bizim artık BİZ'den olmayanlara tahammülümüz kalmamış. Sevgi ölmüş, nefretlerimizle besleniyoruz biz.

Misal ben bir yazı yazıyorum, kendi fikrimi paylaşıyorum. O zamana kadar "HBBA da ne süper insan ya ne güzel yazılar yazıyor" diyen insanların tersinde bir düşüncedeyse o yazıdaki, hatta bazen twitteki fikrim, anında "HBBA götün tekiymiş meğersem" oluyor. Tek bir cümleyle, tek bir karşıt fikirle, sadece 5 saniye ile düşman belliyor beni.

Hadi beni geçin, Gündelik hayatta yapıyor bu insan bunu.


1-2 saat sonra sonuçlar açıklanacak. AKP yine alacak başını yürüyecek. Muhalif partilerin liderleri "Halkımızın takdiri, bize muhalefeti layık gördüler" diyecekler. Zaten onların iktidar olmak gibi bir planı var mıydı ki zannediyorsunuz? 

Eğer gerçekten iktidar olabileceklerine inansalar ölen bir vatandaşın ardından bile hala kin dolu açıklamalar yapabilen ve "Ama öldü efendim" cümlesine bile "Ben bilmem" diyen Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu, kapatılan sitelerin savunmasını "Ne işiniz var elalemin sitesinde" diye savunan bir Ulaştırma Bakanı olan Binali Yıldırım'ın, Abdülkadir Aksu, Egemen Bağış, Kemal Unakıtan gibi adamların, gözleri görmeyen vatandaşa "Sana iş vermişiz daha ne istiyorsun" diyebilen Sağlık Bakanlarının olduğu bir hükümeti yerinden edecek bir yol izleyemezler miydi?

İzleyemediler.

Neden mi?

Çünkü onların da nefretleri öyle bir hale gelmişti ki sevgilerini alıp götürmüştü.

Halka olan(varsa eğer) sevgileri, AKP'ye olan nefretlerinin altında ezilip kalmıştı.

Bir Sırrı Süreyya çıktı aralarından, bir de Numan Kurtulmuş adam gibi iki laf söyleyebilen.

Ama demokrasi şöleni değil mi?


1-2 saat sonra "Aziz Nesin haklıymış" diye oraya buraya saldıracak akıllılar da Aziz Nesin'in bir lafını ezberleyip 4 yılda bir orda burda söylemek yerine onun kitaplarını okusalar, onun tam karşıtı görüşteki insanların kitaplarını okusalar, hadi yemişim kitap okumayı, filmler izleseler, şarkılar türküler dinleseler, hadi bırakalım bu romantik cümleleri de, en azından birazcık "Neden" diyebilmeyi, sorgulamayı öğrenseler gerçekten Demokrasi Şöleni yaşayabilir miydik ki sanki, acaba?

Yoksa tek muhalif tarafı "Aman şeriat gelecek, aman Atatürk elden gidiyor" dan öteye gidemeyen bu muhalifçikler adam gibi muhalefet yapan yukarıda bahsettiğim o iki adamı da hala "PKK'lı, yandaş, şakirt" diye yaftalamasa.. 

Yok be yok.

Zaten barajı geçemezler ki...

Ulan barajı yaratan kim ?

"Sarı saçlım mavi gözlüm"le olmuyor bu işler, "Ben çağdaşım" diyip, rozet takıp bayrak sallamakla olmuyor, İlkokul 2'deki tarih bilgisiyle olmuyor, "Aynı yoldan geçmişiz biz, aynı sudan içmişiz biz" diyip de Rum'u, Ermeni'yi hakaret olarak kullanmakla olmuyor, "Bu vatanın her karışı bizim" diyip de Diyarbakır'a yıllar sonra gitmekle övünmekle olmuyor. Barış, demokrasi diyip çocuklara taş attırmakla da olmuyor.

"Ama Sırrı Süreyya BDP'den de ..." Ya bi gidin Allahaşkına artık.

Ben size bir şey söyleyim mi bu kafayla hiç olmuyor.

Olmayacak.

Kötülerin alternatifinin ahmaklar olduğu bir ülkede neyin seçiminden bahsediyorsunuz ki?

Alın ben size sonuçları açıklayayım :

Açılan sandık sayısı : 100%

Bölgelere göre nefret edilen sayısı :  100%

Hadi geçmiş olsun.

* Durun sizden önce ben söyleyeyim; "Kendi içinde çelişkiler olan iğrenç bir yazı" değil mi. Evet evet aynen öyle. Hadi defolup gidelim.

Pump It

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 22:04

10

Haftanın Şarkısı neredeyse bir aydır orada öyle duruyordu. Benim gibi.

Neyse detaya girmeyeceğim. Oldu bir şeyler. Kaldı bir şeyler. Kalacak da. Kalıntılarla yaşamayı öğrenmek gerekiyor.

Neyse. (üçüncü "neyse" yok korkmayın)

Haftanın Şarkısı'nı değiştirmeye bu sabah izlediğim bir video gerekçe oldu. Çok da güzel oldu. Çok da hoş oldu.

Misirlou'nun neredeyse tüm versiyonlarını severim Yaralı Gönül'den tutun da Pulp Fiction'a kadar. Black Eyed Peas'in versiyonu da en sevdiklerimdendir.

Ama bu şarkıya bu havayı sanırım kimse katamamıştı.

Beyaz Show'a çıkartılıp şu güzelliklerinin bozulmaya çalışılmaması dileğiyle buyrun efendim.



* Çeken arkadaşa mesajınızı iletmek için şu linke tıklayabilirsiniz.

Polisime Dokunma

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 14:11

8

Geçtiğimiz hafta Twitter'da bi kampanya başlatıldı. Hopa'daki olaylarda mağdur(!) konumdaki polisimize hitaben başlatılan bu kampanyanın adı : Polisime Dokunma 

Bu kampanya için herkes içinde "polisime dokunma" sözünü geçiren cümleler yazacaktı Twitter sayfasına ve #polisimedokunma Twitter'da gündeme gelecekti. Geldi de.

Ben de bu kampanyaya destek vermek amacıyla 140 karaktere sığmayan bir kaç kelam etmek istiyorum izninizle;


Suç işlemek için en iyi kamuflajı polis kıyafeti haline sokan,


Biber gazını oda spreyi zannedip genç, yaşlı, hasta ayırt etmeden herkese sıkan,

"İyi polis, kötü polis" kavramını bizim için tek ihtimale düşürüp kafa karışıklığına son veren,

Ogün Samast gibi vatansever(!) evlatlarımızla fotoğraf çektirip çay ikram ederken tipini beğenmeyip "merkez"e götürdüklerine "şişe kola"yı uygun gören,

İşkencecileri yakalaması gerekirken adını duyduğumuz anda aklımıza işkencenin geldiği,

İnsanların emniyetinden sorumlu olduğu halde mensuplarını görünce kendimizi tedirgin hissettiğimiz,

En güveniliri olması gerekirken Türkiye'nin en nefret edilen kurumu olmayı başarabilmiş Polisime Dokunma!

"Ama ama çok zor şartlar altında çalışıyorlar" diye diye polisinden, askerine, politikacısından yöneticisine kadar tüm zulmedenleri baş tacı eden canım halkım için polisime sakın dokunmayın!

Polisime dokunacağınıza hayalimizdeki polis Behzat Ç.'ye dokunun. Ne kadar da kötü örnek oluyor bizlere.Kötü Behzat. İçki içiyor, küfrediyor falan. 

Neyse ne diyorduk. Hah.. Polisime dokunmayın. Aman diyeyim. Mazallah dokunmaya çalışırsanız bir daha hiç bir şeye dokunamaz hale getirebilir sizi.

* Bir meslek grubunu tamamen tek bir sıfatla yargılamak anlamsızdır evet. Muhakkak ki ülkemizde gerçekten mesleğini iyi yapabilen, insan haklarına, insana saygılı polisler de vardır ama genele bakınca polisin bendeki ve benim gibi pek çok insandaki imajı budur.

"Kimlik sordu dayak yedi"

"Akli dengesi bozuk kişiye polis dayağı"





Hücre

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 19:44

8

Hücre..

Hücre cezası.

Kendine yaptığın bu. İşlemediğin bir suç için müebbet bir ceza almışsın. Onu da hücrede çekiyorsun. Hatta ortada "suçu bana attılar" diyeceğin bir suç da yok. Zaten yargıç da senmişsin ve hiç acımamışsın kendine. Kırmışsın kalemi, ama ölmek de hafif gelmiş, müebbet hücre cezasına çevirmişsin kararı.

Kendi odanda çekiyorsun cezanı. Kendi evinde, kendi sevdiğin insanlarla. İşinde, sokakta, arkadaşlarının yanında.

"Biz dün gece çok eğlendik bakın bunlar da fotoğrafları" diye yalanlar söylüyorsun. Hücre cezanı çektiğin odana dantel örgüler koyuyorsun.

"Canım ya çok tatlısınız" diye mektuplar atıyorlar odanın içine. Yalandan gülüyorsun.

Yanında götürdüğün hücrenin içinde işe gidiyorsun. Duvardaki delikten iletişim kuruyor herkes seninle. "Şaduman Bey rapor ektedir" diyip delikten yolluyorsun cevapları.

Sahte gülüş efektlerine karşılık veriyorsun duvardan.

Birini sokuyorsun hayatına...hücrene değil.

El ele geziyorsunuz. Zaten sadece elin çıkıyor o duvardan.

"Seninle hayatımın kalanını geçirmek istiyorum" diyor. Anlayamıyorsun. Gözlerini göremiyorsun ki nasıl anlayabilesin. Gördüğün tek şey dokunduğun elleri. O eller sana ait eller değil ama. Zaten o eller sana ait olsa niye hala hücrende olasın ki?

Hatayı nerde yaptın biliyor musun?

En başta.

Ortada yeterli delil bile yoktu ki bu cezayı verdiler sana. Pardon pardon verdin bu cezayı kendine..

Aaaa çok pardon. Ortada bir suç yoktu ki bu cezayı verdin kendine..

Saf bir sevgi vardı etrafında. O kadar şanslısın ki aslında. Hala da var o biliyor musun?


Peki niye kırılmadı hala bu hücre.

O saf sevgiyi kendine sen göstermedin ki.

Kendini sevdiğini sanıyorsun bi de. Bencilsin ya, narsistsin ya; bir nergis, bir fulya çiçeğisin ya güya..Pöff..

Ne narsisizmi ya bırak allasen.

Sen kendini sevsen, kendini sevdiğini kendine söyleyebilsen, kendi hayatını yaşama cesaretini gösterebilsen enkaza dönüşür o hücre saniyeler içinde.

Kendini sevmeyi bir dene. Kendi hayatını yaşamayı. O hücreden çıkmayı.

Orda durup hiç bir şey yapamadığını söylediğin sürece bu ceza, bu saçma ceza, bu "suçsuz ceza" devam edecek.

Ben kendi hücremi çoktan yıktım.

(yıktım çok güzel oldu)



Evet. Bir şeyler yiyelim mi? Ben çok açım.