blog alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Yaş

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , , | Posted on 00:30

9

Merhaba. 

Bu sayfada sizlere ilk "Merhaba" deyişimin üzerinden tam 10 yıl geçti. İnanamıyorum ben de bu kadar zamanın geçmiş olduğuna. 

En baştan söyleyeyim, aslında blogun 10. yılı için çok özel bir şeyler yazmak istedim. Kafamda kurdum, planladım. Sonra az önce blogu açtım ve dedim ki "İçimden ne dökülürse öyle doğaçlama yazacağım yine". 

Hep olduğu gibi bu da öyle dökülsün. 

Ne diyordum. 10 yıl. Resmen 20'lerinde bir çocukken 30'larında bir adama dönüştüm burda gözlerinizin önünde. Hem de siz beni hiç görmeden, sadece kelimelerimle. 

Tamam kabul öyle çok edebi bir eser değildi burası belki ama resmen hepinizin gözü önünde bir günlük tuttum. Hem de neredeyse hiç gündelik hayatıma girmeden. 

Bi şeyler yazarken hesap kitap yapmadım hiç aslında. O an içimden ne geliyorsa onları yazdım. "Şu ne der, bunu yazarsam başıma ne gelir" derken bulduğumda ise kendimi hiç uğramadım buraya. Burası benim kendimle baş başa kaldığım yer olmalıydı binlerce insana karşı; kimse yokken karşımda. 

O yüzden kimliğimi gizledim hep, kim olduğumu değil. Belki de bu yüzden neredeyse ilk aydan itibaren yayıldı bu blog. 

Bazen bir film, bir şarkı, gündelik bir hadise, politik bir mevzu, bir maç, bir kitap üzerinden kafamdakileri döktüm buraya. Kendimden hiç bahsetmeden kendimi anlattım bir bakıma.

Aslında çok garip biliyor musunuz? Çünkü cidden gündelik hayatımı yazsaydım şu süreçte inanın çok daha fazla malzemem olurdu. Hatta bu blogdan haberdar olan çoğu arkadaşım "Ya sen de aslında kendi hayatından yazsan var ya ne para kaldırırsın oğlum ya" demiştir bana. 

Hadi 10. yıl hatırına biraz döküleyim mi size? Valla bence döküleyim. Bunu hak ettiniz. (Valla para falan vermedi kimse) 

Mesela ben bu bloga başladığım esnada "Ne iş yapıyor, okuyor mu, yaşı kaç?" gibi temel sorular geliyordu ordan burdan. 

Doğup büyüdüğüm şehir İzmir'di. O dönem de İzmir'deydim. Üniversiteye devam ediyordum. İş olarak da dadılık yapıyordum 2008 yılında. Bayağı bildiğiniz dadılık evet. 10 yaşında bir erkek çocuğun sorumluluğunu almıştım. 

Şu an bazıları şoke, farkındayım :) 

"Acaba zengin bir iş adamı mı, kesin siyasi birisi, zengin züppenin teki ya".

Yok lan bildiğiniz dadıydım ben Erkek dadı. 

Akademisyen bir anne-babanın, kız dadıların baş edemediklerini söyledikleri bir oğlan çocuğuna "Acaba bir genç bir ağbi mi bulsak" dediklerinde arkadaşımın aklına gelmem, ki kendisi çocuklarla aramın iyi olduğunu bildiğinden, beni önermesi ve neredeyse 1,5 yıl boyunca yaptığım iş buydu. 

Çok şey öğrendim kendisinden. "Kimse baş edemiyor bu çocukla" dedikleri 10 yaşındaki o çocuktan. 

Sabah 8 gibi evlerine gider, kahvaltımızı eder, annesi üniversitedeki dersine gittikten sonra varsa ödev yapar, ardından oyun oynar, sonra ben onu okula bırakır, akşam 5'te okulundan alır, annesi dönene kadar tüm zamanı beraber geçirirdik. İşim buydu bayağı. Zorlandım mı? Yo harika bir işti. Üste para vermeseler bile yapardım zaten. Zaten çok bi şey de almıyordum ama 10 yaşında, "Ya bu çocukla kimse baş edemiyor" dedikleri çocuğun "Ağbimi özledim niye gelmiyor hafta sonu da" demesi seviyesine gelmek paha biçilemez bir şeydi. 

Blogun ilk zamanlardaki çoğu yazı o dönem yazıldı mesela :) 

Sonra İstanbul'dan gelen bir teklif, taşınmam ve içinde yer aldığım güzel işler. Ama benim için hala en özel "iş" odur. 

Komik ama CV'imde bile o kadar şatafatlı projenin, işin en üstünde hala yazılı durur. Birkaç yerde dalga konusu oldu bu durum ama umrumda olmadı açıkçası. 

Hatta geçen Öğretmenler Günü'nde mesaj attığım bir öğretmen arkadaşım bana "Ben de senin öğretmenler Günü'nü kutluyorum hayatının bir döneminde sen de bir çocuğun kalbine dokundun" diye yanıt yazdı. O zaman aslında ne kadar güzel bi şey yaptığımı biraz daha idrak ettim.

Neyse asıl konumuza dönersek ki beni biliyorsunuz lafı çok uzatırım; blog da şimdi 10 yaşındaki bir çocuk oldu. (Öff ne klişe, şarkılarımın hepsi benim çocuğum diyen vasat popçu gibi) 

Valla öyle ama ne diyim şimdi. 10 yaşında. 

Hah aklıma gelmişken blogun tepesindeki bannerda yer alan "Şurda ne yazıyorsa o" sloganı var ya hani. Hah o da aslında elini masaya vurup da "ŞURDA NE YAZIYORSA O AKILLI OLUN" manasında bir slogan değildi. Ya annenannemin lafıydı o:) Bildiğiniz elini alnının üzerine götürür "Şurda ne yazıyosa o guzum" derdi. 

Anneanneme "Anneanne" demedim hiç hayatımda. Anne derdim. Kendi anneme de adıyla seslenirdim. Hala da öyledir. 

O dönem her blogun tepesinde bir slogan yer alırdı. Benim de aklıma annemin o sözü geldi. Onu yazdım. 

Hadi size bir güzellik daha yapayım. Madem yaş 10 oldu. 10 yaşındaki ben ve anneannemin yüzü olsun bu yazının görseli de. Belki 30 yıl sonra görünce de bu yazıyı ve fotoğrafı duygulanırım yine. Zira kendisini kaybedeli 13 yıl oldu bu sene. 



Şimdi dönüp bakınca 10 yıla. Hayatımın neredeyse 3'te 1'inde yazmış oluyorum. İçimdekilerin en azından bir kısmını kayda geçmiş oluyorum. Bu çok özel bir durum benim için. 


Bazen bir yazıya onlarca yorum geldi, sosyal medyada orda burda bir sürü yerde yazılarımı gördüm. 

Absürt şeyler de yaşadım burası sayesinde. Bir dönem çalıştığım bir ajansın toplantısında ofisteki en gıcık olduğum çocuk "HBBA'yı önerelim ya bu projeye ben tanıyorum yakın arkadaşım" diye yalan attığında, "Tanıyorum ya bi dönem takıldık" diyen garip kıza "Yazılarını okuyorum selam söyle" dediğimde, nefret ettiğim ünlü birinin benim yazılarımı milyonluk Twitter hesabında paylaştığını gördüğümde çok eğlendim. 

Düşünsenize birilerinin lise yıllığında bile adım geçmiş.

"Hayata karşı duruşumu değiştiren insanlardansın" diye yorum yazmış geçen gün biri. 

Bir başkası "Babamdan sonra müzik zevkime yön veren insansınız" diye mesaj atmış Twitter'dan. 

Çok güzel insanlar tanıdım. Bazılarının hala gerçek adlarını bile bilmiyorum ama çok şey paylaştık. 

Kendimle dalga geçmek için koyduğum bu isim sizin sayenizde anlam kazandı. 

Duygulandık değil mi hepimiz. Biraz daha devam edersem ağlayarak sarılacağız gibi bir ortam oluştu şu an. 

Öhöm öhöm... 

Neyse yine bir şarkıyla bitirelim. 

"La La Land"in sonunda yer alan "Epilogue" hem harika şarkıları birleştirmesi, hem filmdeki 10 yıllık sürecin özeti, hem hayatın iniş-çıkışları açısından yakışır gibi geliyor bana. Zaten şu an bu yazıyı yazarken de listemden çalmaya başladı. Güzel denk geldi bence. 

Son söz.

İlk günden itibaren tutun da daha 10 dakika önce bu sayfayı keşfeden kişiler dahil hepinize çok teşekkür ediyorum. Her ne kadar "Ben yine yazardım kimse okumasa da" desek de çoğumuz, hayır öyle değil. Yazmak, okumak kadar güzel olan bi şey varsa o da okunmak. Bunu yaşattınız bana. 

Hep buralarda olacağım ben. Siz de olun. 

Sevgiler. 


Dizüstü Edebiyat Olayı

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:21

79

Efendim malumunuz bundan epeyce bir süre önce "Dizüstü Edebiyat" adlı bir seri oluşturduğumuzu, bu seride blog yazarlarının kitaplarının yayınlanacağını ve serinin kitaplarından birinin de benim kitabım olacağını duyurmuştum bu blogda.

Zaten artık çoğunuz da biliyorsunuz hikayenin geri kalan kısmını.

Konuya aşina olmayanlar da şu linkten tekrar okuyabilir.

Her şeyden önce sadece kitaplarımızın çıkacak olması değil; olayın çıkış noktası ve bakış açısı idi beni o dönem etkileyen. Çünkü sadece bizimle kalmayacak, bir seri halinde blog ve internet aleminin öne çıkan özgün isimlerinin kitapları yayınlanacaktı. Yani bir hayalimin gerçekleşecek olması yetmiyormuş gibi bir de beğenerek okuduğum, güldüğüm, yazılarını okuduktan sonra "helal olsun" dediğim insanların kitaplarını okuyacak olmak ve bu oluşumun temel taşını oluşturan iki kişiden biri olmak çok heyecanlandırmıştı beni.
Pucca'nın çıkışı ile öyle de başladı bu seri.

Pucca'nın çıkışından sonra da olumlu olumsuz pek çok görüş aldı bu oluşum. Hep söylüyorum beğenirsiniz ya da tiksinirsiniz orası beni ilgilendirmez ama Pucca'nın çıkışı, büyük bir çıkış oldu ve hem Dizüstü Edebiyat hem de blog dünyası bir ilgi odağı oldu.

Hatta yüz yüze görüşme şansını yakaladığım bana göre en önemli blog yazarlarından olan Borges'le sohbetimiz esnasında hiç tarzı olmamasına rağmen Pucca'nın kitabından 5 tane aldığını ve okumayacak olsa bile sırf bloglar adına çok önemli bir gelişme olduğu için destek verdiğini söylemişti ve ben gerçekten de güzel bir yolda olduğumuzu düşünmüştüm.

Bu şevkle ben de giriştim kitap yazma işine ama kitap yazma cümlesi çok ağır geldi sanırım bana. Ortaya çıkardığım şeye bir kitap diyemedim açıkçası. Okuduğum zaman bana uzun bir blog yazısı gibi geldi. "Kitap" başka bir şey olmalıydı sanki; bu değil.

Benim çocukluktan beri hayalini kurduğum "şey"in bu olmadığına karar verdim ve "başka bir şey yazmak istiyorum" dedim. Sağolsun ekip de anlayış gösterdi ve kendi yazdığım "şey"i yok edip içime sinen "şey"i yazma şansını verdiler.

Sonra başladım ona.

"Kitap ne hakkında, ne zaman çıkıyor?" sorusuna cevap veremez oldum bu sefer. Çünkü gerçekten ne hakkında olduğunu anlatamıyordum. "Valla kitap şunu anlatıyor diyemem o yüzden kitabını yazıyorum" dedim çünkü gerçekten de öyleydi. Daha önce yazdığım şeyi anında 4-5 cümle ile özetleyebilirken bu "şey"i anlatamıyordum.

Ve bu benim çok hoşuma gitmeye başlamıştı.

Sanırım çok sevdiğim eserlerden olan "Decameron" gibisinden bi şey çıkaracaktım ortaya. Tabi ki ne haddime bir Decameron yazmak ama ona benziyordu biraz tarz olarak ve yazmaya başladığım anda bi öncekine oranla çok daha iyi hissetmeye başladım kendimi.

Sonra özel hayatımla ilgili değişimler yaşadım.

Ben bu değişimleri yaşarken doğal olarak o kendimi iyi hissettiğim şeyin ortaya çıkışı da gecikti. Yarısına bile gelememiştim kafamdaki şeyin ama kafamdaydı hep ve biliyordum ki o hengameyi atlattığımda ortaya çıkacaktı içime sinen benim Decameron'um.

Ben bu dönemi yaşarken Dizüstü Edebiyat da beni beklemiyordu tabi ki. Yeni kitaplar çıkıyor, beğenen, beğenmeyen, seven, eleştiren pek çok yorum dolanıyordu ortalıklarda. Ben bu süreçte başlarda hararetli bir savunucusu olsam da sonrasında kendimi çekme gereği hissettim. Bunun da pek çok nedeni vardı.
Nedenlerden en önemlisi ise bu serinin çıkış noktalarından en önemlisinin ihmal edilişi oldu. Neydi o?

Onların niyetleri yazar olmak değildi
Onların niyetleri ünlü olmak değildi
intikam için
içlerini boşaltmak için
Sevgili bulmak için
“ekmek” çıkarmak için
küfretmek için
itiraf etmek için
söyleyemediklerini söyleyebilmek için
Anlaşılmak için
Öfkelerini kusmak için yazdılar


Evet biz, yani bu oluşumu oluşturan insanlar, bu nedenlerden dolayı ordaydık.


Yani biz yazar değildik, rockstar değildik, biz fenomen, celebrity vs. vs değildik. Biz sadece samimiydik.


Ama bir baktık ki en ufak eleştiriye bile "kıskanmayın" diyen, kitabını beğenmeyene küfür bile edebilen, oraya buraya saldıran insanlar olmuşuz.


Burda "şu şunu yaptı, bu bunu yaptı" değil bizzat "Biz" diyorum dikkat ettiyseniz; çünkü bu oluşumda bu geceye kadar benim de adım geçiyordu ve yapılanlar beni de kapsar.


Türlü entrikalar, bir diğerinin kitabı için karalamalar, çekememizlikler falan filan derken, ben kendi yazdığım "şey" den iyice soğur oldum.

Bu akşamdan itibaren de artık ne o "şey"i bitirmek ne de bu oluşuma dahil olmak bana bir haz vermiyor.

Ben en başından beri sadece içimdekileri dökmek istedim. Bazen saçmaladım, bazen zırvaladım, salak saçma yazılar yazdım, her şeyi eleştirir oldum, aksi oldum, yeri geldi hakikaten benim bile okuduktan sonra "Güzel yazmışım" dediğim yazılar çıktı. Hepsinin tek ortak noktası ise o an içimde ne varsa onları paylaşıyor oluşumdu.

Ben bu sayfada blog yazmaktan zevk alıyorum.


Ben Twitterda o an aklıma gelen şeyleri kısa cümleler olarak yazmaktan zevk alıyorum,


Ben Facebook'da sevdiğim şarkıları, videoları paylaşmaktan, başkalarının gönderdiklerinin altına saçmasalak şeyler yazmaktan zevk alıyorum,

Ben bu kendimi çok mutlu hissettiğim, insanların beni cidden anlayabildiğini hissettiğim yerde stres yaşamak istemiyorum. Yaşayacağım stresi de kontrolüm altında tutmak istiyorum en azından.


O yüzden artık bir kitabım olsun da istemiyorum.


Entrika sevmiyorum, kuyu kazma sevmiyorum, dedikodu sevmiyorum, "şu senin için şöyle diyor, sen şuna şunu demişsin" cümlelerini sevmiyorum.


Benim amacım en başından beri kitap çıkarmak, gazeteye yazar olmak, televizyona çıkmak, "celebrity, fenomen" olmak falan değildi.


Hani Cem Yılmaz'ın bir lafı var ya "Ben para için bir şey yapmadım, ben yaptım para etti". İşte benim burda sivrilme nedenim de cidden böyle oldu.


Hala soruyorlar "Nasıl blogum çok okunabilir?" diye.


Vallahi bilmiyorum.


Gerçekten bilmiyorum.


Ben yazdım okundu işte.


Son olarak baştaki Dizüstü Edebiyat fikrini ortaya çıkaran başta Cem Mumcu olmak üzere herkese teşekkür ediyorum.

Olmadı ama; öyle kalamadı.

Beceremedik.


Kitabı çıkmış ve çıkacak olan herkese de (ister inansınlar ister inanmasınlar) ne diliyorlarsa onun gerçekleşmesini diliyorum. Haddim olmadan tavsiye olarak da şunu söyleyeyim : Her şey gerçekten gelip geçici. Ona göre davranın. 


Ben bundan sonra da yine en sevdiğim şey olan blog yazmaya devam edeceğim.

* Ortalıkta dolanan feyk muhabbetlerine de katkıda bulunayım. Feyk olarak tek hesabım Şevki Yılmaz adına açtığım twitter hesabıdır. Onu da yakında kapatacağım. Çok meşhur oldu, adam mahkemeye verecek beni. 

2010 HBBA Blog Oscarları

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:46

10

Şaka maka 1 yılı daha devirdik sevgili izleyenler..

Gazetelerimizin internet sitelerine nazire yaparcasına yaptığım bu girişten sonra "Blog alemi olarak bizim gazetelerden neyimiz eksik, hatta fazlamız var" diyerekten "2010'un en seksileri, 2010'dan akılda kalanlar, 2010'da donu gözükenler" tadında bir liste ile utanmadan devam etmek istiyorum yeni yılın ilk yazısına.

Geçtiğimiz yıl blog alemi biraz twitter'ın gölgesinde kaldı. Bok var gibi çoğumuz canım bloglarımızı bıraktık da kısa cümleler kurmaya başladık.

(Her seferinde twitter'a bok atıp hala orda ahkam kesmelerime devam etmem de benim yüzsüzlüğüm)

Misal bendeniz eskiden ne kadar çok blog okur ne kadar çok yazıya yorum bırakırken; hatta ve hatta okuduğum yazılardan seçmeler yapıp hem o yazıların sahiplerini onore etmek hem de diğer okuyucuların keşfetmelerini sağlamak adına "Ayın Yazıları" gibi bir bölümü devam ettirirken şimdi kendi bloguma bile haftada bir yazı yazar oldum.

Neyse kendime daha fazla yüklenmeden geçtiğimiz yılın blog alemindeki (bana göre) "En"lerini sıralayacağım. Öyle ödül falan yok bende. Davetiyedir, tanıtım ürünüdür falan da vermiyorum. Sırtınızı sıvazladım sayın.

Yılın En İyi Futbol Blogu : Flying Dutchman ve Borges

Aslında çok gidip geldim ikisi arasında ama sonunda ikisini birbirinden ayıramadım. Flying Dutchman'in zaten özel bir yeri vardır bende. Hep söylüyorum blog yazmaya başlama sebeplerimden biri kendisi. Her şeyden öte gördüğüm en disiplinli en istikrarlı blog yazarı kendisi. Her gün en az 1 yazı yazıyor ve hiç bir yazısı da "yazmak için" yazılmış olmuyor.

Borges ise apayrı bir adam gerçekten. Bırakın Bundesliga'yı; futbolla alakası olmayan biri bile onun Almanya Ligi ve hayat üzerine yazdığı yazıların müptelası olur. 


Yılın En İyi Kadın Blogu : Siminya 

Aslında bu "kadın blogu-erkek blogu" kavramı biraz itici duruyor ama sonuçta var böyle bir kavram kızmayın. Erkek oyuncu- kadın oyuncu gibi düşünün.

Her yerde söylüyorum Siminya gerçekten de yıldızı şu blog aleminin. Çok özel bir insan, özel bir beyin. Betimlemeleri, harika tespitleri, detaylardan yakaladıklarının ardında aslında içinde bulunduğu dünyayı özünü bozmadan bir tabloya çevirir gibi resimlemesini seviyorum. Çok da fazla malzemesi olmadan yapıyor hem de bunu. Malzemeleriyle övünenlerin yapamadığını yapıyor. Sanırım bunu blog dünyasında en iyi yapan kişi o. Hatta sanmam; eminim.

Yılın En İyi Erkek Blogu : Dereotundan Nefret Ederim 

Valla bu adamı da çok seviyorum ne yalan söyleyeyim. Bana göre samimiyet kelimesinin blog dünyasındaki karşılığı bu adamdır. Hani bazı tanımadığımız ünlüler için deriz ya "yav şu adamın muhabbeti ne güzeldir" diye işte bu adam da yazılarıyla bunu söyletebilen bir adam. Güzel adam güzel blog.

Yılın En Eğlenceli Blogu : Malın Gözü

Rectoa denen bu adam hem komik, hem her gün yazıyor, hem harika röportajlar yapıyor, hem harika resimler, absürt durumlar paylaşıyor, hem de hiç sıkmıyor. E bir blogdan daha ne beklenir ki. O yandaki anket ve "Ne dediler" bölümü bile her seferinde ayrı güldürüyor beni.

Ne Dediler : Olmamış - Bir Arkadaş  

Yılın Sinema Blogu : Öteki Sinema

Aylık sinema dergileri gibi blog. Hayranlıkla takipteyim.



Yılın Takımı : BlogMania 

Bence bir topluluk olarak yazmak bireysel olarak yazmaktan çok daha zor. Hele hele Blogmania Editörü gibi bir toplulukla yazmak hepsinden daha zordur kanımca. Hani "Alex'in oynadığı Fenerbahçe 2 forvetle sahaya çıkar mı, Sergen'le Tümer yan yana oynar mı?" diye tartışırken millet; bu adamlar BiDost'tan tut Damat Ferit'e, Yesari'den Ukturk'a birbirinden hayli alakasız bir kadroyla zirveye oynuyorlar. Adeta Hollanda'nın Total Futbol'unun blog dünyasındaki yansıması BlogMania. (Bu arada bu seçime şaşıranlar olabilir ama benim de içinde olduğum bir oluşumu yerden yere vurmaları kendilerinin hakkını teslim etmeme engel değil.)

Yılın En İyi Çıkış Yapan Blogu : Hoanes

Blog alemine bir girdi pir girdi, ama sonra sustu kaldı. Ama sırf Yılmaz Özdil yazısı bile efsane olmaya adaydır. Amma ve lakinki öyle değildir. Eyyorlamam bu kadar.

Yılın En Atarlısı : Voodoo Girl

Damarına basarsanız sıçtınız. Bana bile neler dedi. Hey gidi. Ama hak etmiştim ben o lafları. Gerçi açıklamasını da yapmıştım ama olsun arada bir balans ayarı lazım herkese.

Yılın En Göz Ardı Edilen ve Aslında Çok Daha Fazla İlgiyi Hak Eden Blogu : Monteyn

Bu adamı tek fark eden ben miyim acep, meraktayım.  

Hangi Kategoriye Sokacağımı Bilemediğim Ama Değinmeden De Geçmek İstemediğim Blog : Pippi Haşmet

Başlıktan açıklamaya gerek kalmadı sanırım.

Yılın Blog Yazarı : Pucca

Sanırım çok da açıklama yapmaya gerek yok. Seversiniz, sevmezsiniz, tarzı size hiç uymaz hatta belki tiksinirsiniz kendisinden ama kendisinin başarısı bloglar adına kazanılmış bir başarıdır. Yeni yılda geçen yılın büyük bir kısmında yaptığı gibi bloguna ihanet etmemesi dileğiyle. (Az yazmasını kastediyorum)

*********

Efendim bu yazıyla bir süredir ihmal ettiğim blog alemine bir iade-i itibar yapmak istedim. Ama emin olun kimseye yaranma çabası içinde yazılmış bir yazı değildir ki yakın takipçiler bu açıklamayı yapmama bile kızacaklar ama ben yine de belirteyim dedim.

Neyse bu aralar çok yazasım var. Bu yazı da başlangıç olsun.

Kendime Diss

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 17:36

33

Bir aydan biraz daha fazla bir süre önce "son kitabımı yazmak için sizlere kısa bir veda ediyorum" tadında bir yazı yazarak ara vermiştim bloga.

"Bloga ara verip kitaba yoğunlaşayım" ayağına kendimi bir elimde kadeh, diğerinde purom, kapandığım dağ evinde şöminenin önünde, klasik müzik eşliğinde daktilomda yazılarımı yazarken bulacağımı mı sandım bilmiyorum ama; bir elimde gofret, önümde televizyon, dünya kupası maçlarını izleyip vuvuzela sesi kulağımda öter halde buldum kendimi.

Hele bir de benimle röportajlar yapılır, her taraftan "bugünlere nasıl geldiniz, kitabınızda neler anlatıyorsunuz, gençlere ne tavsiye edersiniz" diye sorular sorulur, formspringde on dakikada bir "benimle evlenir misin?" diyen kızlara klorak lekeli şortumla esprili yanıtlar verirken bugün milliyette çıkan röportajımla dank etti kafama bir şeyler.

Ne yapıyorum ulan ben ?

Daha çıkmamış kitabımın artisliği, twitter ünlüsü yaftası, gazeteden röportajlar, önüme gelen herkese her şeye gerekli gereksiz sallamalar..kalp kırmalar falan..

Tamam ruh halim çok da iyi değil son bir kaç aydır ama bu kadar da kendimi kaybetmemiş olmam gerekmiyor muydu benim ?

Hadi desem "e ufak da olsa bir şöhret var tabi onun etkisi" e o da yok ki ?

Öyle olsa biraz heyecan duyarım ama zerre heyecan da yok bende.

E o zaman nedir bu saçmalamalarımın nedeni ?

İnanın hala bilmiyorum.

Son 1 ayda bana "neyin var" diye soran herkese farklı cevaplar verdim. O an sıralamada hangisi varsa o idi cevabım. Ama hiç biri de asıl nedeni değildi.

Hala da bilmiyorum asıl neden ne ama ben bloga geri dönmek istiyorum şu an. Kitabın da canı cehenneme (aslında böyle demeyecektim burda ama; tv açık ve adamın biri aynen bu cümleyi söyledi)

Bu yazıyı da kendime haddimi bildirmek için yazıyorum.

* Bu arada bahsi geçen röportajda aslında 2 saati aşkın konuştuk. Ama malumunuz bir röportajda söylediğiniz şeyler yazıya dökülünce eksik kalabiliyor. Bunda da röportajı yapan Ceren'i kastetmiyorum. Hatta tam aksine gayet samimi ve güzel bir otam sağladı bize. Bahsetmeye çalıştığım bazen insan içinde bulunduğu ruh halinin de etkisiyle fazla coşabiliyor. O gün de öyle bir ruh hali içinde idim. Misal spor bloglarının her maça ayrı yazı yazması ile kastetmeye çalıştığım "fotomaç benzeri şekilde her maça yazılar yazan sığ bakış açısındaki blogların artması" iken orda sadece "spor blogları her maça yazı yazıyor" gibi yansımış. Keza aynı şekilde Serdar Kuzuloğlu hakkında "internet ekipler amiriyim diye geçiniyor ama nick kullananlara karşıyım diye dolanıyor" gibi bir üslupta değildi anlatmaya çalıştığım şey. O çıkışına hala karşıyım ama bu kadar sığ bir şekilde ifade etmek istememiştim.

* Bu açıklamaları da kıvırmak ya da herkese mavi boncuk dağıtmak amacıyla değil; en sevmediğim şey olan yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için yapıyorum. Ayrıca eğer bir gün götüm kalkarsa onu da kendim indiririm gördüğünüz gibi.

Biz Küçük Aptallar

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:31

20

Geçtiğimiz Şubat ayında Cem Mumcu’dan bir mesaj almamla başladı her şey.

Aslında ondan öncesi var yalan olmasın şimdi. Kendisi benim blogu haftanın önerisi olarak gazetesinde yazmış; blog dünyasında ve sosyal medyada bile sansürlenen; sırf nick kullanıyorum (hem de böyle çok ama çok ayıp bir nick) diye tukaka ilan edilen bendeniz ve sayfam sayesinde gazetelere çıkmıştı.

Hoşuma gitse de çok da üzerinde durmamıştım bu durumun. “E görmüş bi yerden okumuş yazmış tamam” diyip devam etmiştim hayatıma.

Sonra şubat ayında Pucca’dan bir mesaj aldım. “Cem Mumcu mesaj atmış yetiş ne cevap verecem buna” diyordu. Sonra bir baktım bana da gelmiş aynı mesaj.

İkimiz adına cevap vereyim o zaman” dedim ben de.

Sonrasına çok da girmek istemiyorum. Daha sonra detaylı bir şekilde okuyacaksınız zaten. Hatta Pucca şu yazısında anlatmıştı olanları kendi dilinde. Benden de dinleyeceksiniz bu hikayeyi yakında ama şimdilik özet geçmek gerekirse;

Cem Mumcu bizimle bir şey başlatmak istiyordu. Bir şeyler kuracaktık.

Amacımız, farklı şeyler anlatsak da aynı dili konuştuğumuz, kaygıları, birilerine yaranma çabaları olmadan sadece içlerinden gelenleri yazan; içlerinden bir şey gelmediğinde ise susmayı beceren, iddialı ama kendini de bilen blog yazarlarını bir çatı altında toplayıp; yapılmamış, daha doğrusu yaptırılmamış, ve yapılmasına pek fırsat verilmeyen bir şeyi yapmaktı.

Bunun adına da Dizüstü Edebiyat dedik sonra.

Dizüstü Edebiyat’ın ilk meyvesi de Pucca olmalıydı.

Zira Pucca sadece bloglarda değil tüm internet dünyasında çığır açan biri idi.

Eski sevgilisinden intikam almak amacıyla açtığı blogunda yaptığı şey sevimli bir intikamla kalmadı. Sadece bir şeyler yazmadı Pucca.

Onun sayesinde bir insanın hayatına hiç yapmadığımız bir şeyle müdahil olduk :

Okuyarak.

Hem de bu devirde.

Evet doğru düzgün bir imla ile yazmıyor, daha de’leri da’ları ayıramıyor, iki laftan birinde küfrediyor, “yok artık” diyeceğimiz; bazılarımızın duymaktan utanacağı şeyleri anlatıyordu.

Adını sanını, resmini cismini bilmediğimiz bu kız, sadece yazarak yapıyordu bunu..

Hem de o an içinden geçen ne varsa yazarak.

Batmadı o yüzden imla hataları, küfürleri, ayıpları.

E çünkü biz de küfrediyorduk, biz de pis pis konuşuyorduk, biz de zırvalıyorduk..

Ama onun yaptığı “bizi bize anlatmak” gibi kolpa bir samimiyet de değildi.

O sadece içinden geçeni yazıyordu kaygısı olmadan.

Elalemin ne diyeceğini düşünmeden.

Ama babasından da tırsıp adını da açıklayamayacak kadar da gerçekti.

Hepimize ilham kaynağı oldu.

Kimimiz onu taklit ederek başladık blog yazmaya, sonra papaz olup yüz çevirdik, beğenmedik ilham aldığımız bu kızı, “koca götlü çikin bir şeyim ben” diyip durduğu halde “koca götlü” diye laf soktuğumuzu sandık.

Kendine "Her Boku Bilen Adam" diyen bana “sen her şeyi bildiğini mi sanıyon düdük” dediklerinde hissettim ne hissettiğini onun.

“Çok okunmaya başlayınca bak nasıl üstüne gelecekler” dediğinde “ben etkilenmem öyle şeylerden” desem de içim içimi yedi bambaşka bir şey anlattığım yazıyı alakasız taraflara çekenleri görünce.

Ben Pucca’dan çok şey öğrendim. Benim gibi pek çok blog yazarı ve okuyucusu çok şey öğrendi bu kızdan.

Ve şimdi biz küçük aptalların kendi dünyalarını anlatmasına ilham kaynağı olan bu ağzı bozuk kız, samimiyetimizle kurduğumuz, tepesine de sloganlar yazıp kendimize takma gibi duran ama kimliğimizde yazandan bile bizi daha çok yansıtan mahlaslarımızla oluşturduğumuz bu dünyamız sayesinde bize açılan o kapıdan ilk giren olacak.

3 Haziran’da “Küçük Aptalın Büyük Dünyası” sadece bir ekrandan değil, kanlı canlı bir şekilde ellerimizde olacak.

Pucca’nın, sonra samihazinses’in, sonra da benim kitaplarımız kaç satar, burdan voliyi vururuz, köşeyi döneriz ya da sadece eş dost akraba alır inanın ne benim ne de bu ekibin umrunda.

Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Tıpkı bu blogda hep içimden geçenleri zırvalasam da çekinmeden söylediğim gibi.

Tabi ki okunmak, popüler olmak, binlerce satmak insana haz verir; tıpkı bloglarımıza giren insan sayısının çok olmasından da belli etmesek de bir haz duyduğumuz gibi. Ama burda asıl beni ve bu ekiptekileri heyecanlandıran, mutlu eden unsur Cem Mumcu’nun bize para kazanma, çok satma, ünlü olma vs. gibi şeylerin değil; bloglarımızda kurduğumuz "içimizden geleni” yazma ve bunu yaparken de bu işin sadece bizimle kalmayacağını, “içinden geleni söyleyenlerin” konuştuğu bu dili anlayan insanları da peşimizden getirme şansını vermiş olması.

Pucca’yı seversiniz, sevmezsiniz; hatta çekemez bu olayı baltalamaya çalışırsınız önemli olan bunlar değil.

Yazdığımız kitaplar 10 da satsa; bu ekipteki blog yazarları olarak sabahın bir vakti Cem Mumcu’nun yatağında çarşaf meme ucumuza denk gelmiş şekilde uyanıp kendimizi kandırılmış ve kirletilmiş de hissetsek, 20 yıl sonra “bu lavuk var ya bi kitap yazdı bi tek eşi dostu aldı sonra da zaten iddaa bayii açmış” da deseler; ben sadece içimden gelenleri yazdığım için açılan bu kapıdan girme şansına eriştiğim için kendimi çok mutlu hissediyorum.


O kapıdan ilk giren olma şansını çoktan hakeden en büyük KÜÇÜK Aptalımız Pucca'yı da "kitaba güvenip taksite girme" diye uyarıyor ve "cnm yhaa bak her zmn yanındayım mucksss xd xd" diyerek cool kişiliğimi kendisi için biraz da olsa zedeliyorum.


* Dizüstü Edebiyat facebook sayfası için buna twitter sayfası için de buna tıklayın.

Blog Ödülleri Üzerine Uzun ve Sıkıcı Bir Yazı

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 02:57

19

Bi kaç gündür bir çok yerden "Blog Ödülleri'ne aday mısınız, sizi göremedik" gibisinden sorular geliyor. Hem bu sorulara yanıt vermek hem de bu aralar tüm blogların gündeminde olan hakkında bir şeyler yazayım istedim.

Efendim,

Blog yazmaya başladığım ilk dönemlerde beni okuyan kitlenin çoğunluğunu tanıdığım insanlar oluşturuyordu. Dolayısıyla da yazdığım yazılarda anlatmaya çalıştığım şeylerin çoğunu birebir de dile getirmiş olduğum için ne demek istediğimi anlar ve beni açıklama yapmak zorunda bırakmazlardı.

Daha sonra FriendFeed, Twitter gibi sosyal medya mecralarını kullanmaya başlamam ve daha fazla okuyucu ve takipçiye ulaşmam sonucunda yazılarımın ve fikirlerimin karşılığında da yazılara gelen tepkilerin çeşitliği doğal olarak artmaya başladı. Bu çeşitlilik de her zaman olumlu sonuçlar doğurmadı. Hatta çoğu zaman bende stres yarattı diyebilirim. Zira hayattaki en sinir olduğum durumlardan biri olan "anlaşılmama" haliyle sık sık karşılaşır oldum. Bu anlaşılmama haline günlük hayatta "sınırlı sayıda insana fikirlerimi sunmak" gibi bir çözüm bulsam da blog ve diğer sosyal medya araçlarında böyle bir çözüm yolu izleyemiyorsunuz çünkü kapı herkese açık.

Başlarda, yazdığım 50 paragraflık yazıdan 2 cümleyi seçip koca bir bütünde anlatmak istediğim şeyin tam aksine bir sonuç çıkartabilen bu bakış açılarına bile açıklama yapma zahmetine girdim. Ama bu; durmadan "kendini anlatma" kısır döngüsüne dönüştü bi yerden sonra. "Ya aslında şunu anlatmaya çalıştım, ben şunu demek istedim" diye diye durmadan zaten söylediklerimi bir de açıklamak salaklığını yaptım uzun süre.

Hatta formspring'den gelen en salak soruya bile uzun uzun cevaplar yazdım o dönemler.

Sonra artık iyice yorucu bir süreç olmaya başladı bu.

Çünkü ben zaten yazılarda açık açık ifade etmeye çalıştığım şeyi bir de Türkçe kitaplarındaki gibi "okuduğumuzu anlayalım" biçiminde açıklamalar yapmaktan öteye gidemiyordum ve anlamayan da yine anlamama istikrarını sürdürüyordu. Sonra bunun önüne geçemeyeceğimi anladım ve sadece yazdım. Anlamak isteyen anladı, anlayamayan anlayamadığını kabullenemediği ya da anlayacak durumda olmadığı zaman karşı çıktı, küfretti ya da bi şekilde sabote etti.

Açıklama alamayan insanlar bu sefer de "götü kalkık" dediler ama cidden umursamadım.

Hala da umursamıyorum.

Çünkü blog yazma amacım birilerinin hayatlarında bi değişiklik yaratmak, insanlara hayatın sırrını vermek ya da şöhret, para kazanmak gibi şeyler değil. Öyle bi kaygım olmadığı için de rahatım. Şu başlardaki “yanlış anlaşılma” kompleksimi de cidden yendim artık. Bunun da nedeni günden güne “beni anlayabilen” ve açıklama yapmama gerek kalmayan bir kitlemin oluşmuş olması. Bu da büyük bir nimet.

Bizim memlekette “anlaşılabilmek” kadar büyük bir haz yok çünkü. Zira parayı, şanı şöhreti bir şekilde bulmak kolay. Ama “anlaşılabilmek” çok ama çok zor.

Bazen bunu başarabildiğimi düşünüyorum. Böyle düşünmemi sağlayan bir okuyucu kitlemin olduğunu görüyorum çünkü. O kitle beni cidden çok mutlu ediyor. Bu mutluluk da her dediğimi onaylama, her fikrimi paylaşma gibi bir durum değil sadece. Hatta asıl mutlu olduğum zamanlar demek istediğimi gerçekten anlayıp da muhalefet ettikleri ve kendi fikirlerini de gayet üsturuplu bir şekilde dile getirip karşı çıktıkları zamanlar.

Ben en başından beri bu kitleyi kazanmak adına çırpınmadım. Ben yazdım gelip buldu birileri. Hani Cem Yılmaz’ın “ben para için bi şey yapmadım; bi şeyler yaptım para etti”" lafı gibisinden bir şey bu.

İşte bu yüzden blog yazmaktan “anlaşılmak” dışında bir çıkarım yok.

İşte bu yüzden de

Niye reklam alayım,

Niye ona buna yalakalık yapayım,

Niye Blog Ödülleri'ne aday olayım ki ?

Bunları yapanlara da bi şey demiyorum. Herkesin bir yoğurt yeme şekli var.

Geçen gün Blog Ödülleri ile ilgili benim fikrimi almak istedi Blog Dergisi. Ben de açık açık düşüncemi söyledim ve desteklemediğimi anlattım. Sağolsun onlar da bu konuda muhalefet olmama rağmen sansürlemeden yayınlamışlar.

Orda şu şekilde açıklamıştım bu konudaki düşüncemi;

Blogların; baştaki kişisel alan, günce olarak tanımladığımız çıkış noktasından sonraki gelişmesinde en büyük pay; yalakalıklarla, sansürle, türlü entrikalarla dolup taşan basına alternatif oluşturup; amiyane tabirle "er meydanı" oluşu idi. Blog yazanlar hiç çekinmeden, sansür koymadan en özgür halleri ile kendini ifade ediyordu. Ama bloglar çoğaldıkça ve bu işten de rant elde etme şansları çoğaldıkça Blog Dünyası da o havasını kaybetti. Yalakalıklar, sansürler, reklamlar derken basına alternatif olarak çıkan Bloglar "Küçük Basın"a, köşe yazarlarına hadlerini bildirmesi gereken bloggerlar da köşeyazarcıklarına dönüştü.

Tabi ki yine işin özüne dönersek blog denen olgunun "kişisel alan" olduğu ve o alanda isteyenin alanını istediği gibi kullanma özgürlüğü de geliyor ama; bu özgür alan yukarıda da bahsettiğim üzere mikroblog hadisesinin de yaygınlaşmasıyla birlikte artık kişisel alandan çok kişisel dalkavukluk alanı oldu. Kimse de kusura bakmasın ama bunun en büyük yansımalarından biri olarak da Blog Ödülleri'ni görüyorum ben. Her sene aynı bloglar, aynı tipler, aynı ödüller aynı sponsorların destekleriyle aynı jür üyeleri tarafından aynı bloglara veriliyor. Bir nevi Kral Tv Video Müzik Ödülleri.. Bir tek Blog Ödülleri de değil olay. Hangi dergi blog incelemesi yapsa aynı bloglar, aynı tipler. İki gece önce LikeMind'da mantı yediği adama ertesi gün ödül takdim eden jüri üyeleri, dergi yazarları, "İnternette gerçek isim kullanmamaya karşıyım" diyen sosyal medya uzmanları; gerçek adıyla "Sabah kalktım sonra yattım, sonra gene yattım, uyanınca kendime pide söyledim" diyen adama en iyi blog ödülü veriyorlar.

Körler sağırlar, birbirini ağırlar.

Dolayısıyla ben Blog Ödülleri denen oluşumu da desteklemiyor ve katılmıyorum. Hani oluşum ve çıkış noktası olarak ödül vermek insanları şevklendirir ama yine yukarıda bahsettiğim üzere aynı tipler aynı yüzler çerçevesinde hangi şevkten bahsedebiliriz ki.

Bi kere her şeyden önce insanların adaylık için başvuru yapıp orda burda linklerini paylaşarak hayatlarında belki de kendilerini hiç okumamış insanlardan oy istediği bir oluşumdan bahsediyoruz. Ben şahsen bunu gayet saçma buluyorum.

Şimdi benim bunları çekemediğimi hatta kıskandığımı düşünenler olacaktır ama inanın yakınından bile geçmez anlatmak istediğim şeyin. Zaten öyle bir kaygım olsa önce blogun adını değiştirir, daha "efendi" bir şeye dönüştürür ve sosyal medyadaki dalkavukluk yollarına başvururum. 

Özetle diyeceğim şey şu ki ben Blog Ödülleri'nin öncelikle kendi içinde bir revizyona gitmedikten sonra çıkış amacını gerçekleştirebileceğini düşünmüyorum. Hele ki şu işleyiş içinde bu çok zor.


Bu röportaja ve diğer fikirlerin tamamına şurdan ulaşabilirsiniz.

Orda da belirtmeye çalıştığım gibi Blog denen kavram bana göre basına alternatif olarak çıkmış bir oluşum. Bu alternatifliğin içinde de muhakkak basına benzeyen yerler olacaktır. Fotomaç, Fanatik gibi yazan spor blogları da, magazin bülteni gibi çalışanlar da olabilir onlara lafım yok.

Asıl endişem ve giderek gerçekleştiğini gördüğümse yukarıda da belirttiğim üzere bu alternatifliğin günden güne kaybolup blogların giderek küçük basın’a dönüşüyor olması. Bunun da asıl sebebini reklam alma, internetteki meşhurlara yaranma ve diğer çıkar ilişkileri olduğunu düşünüyorum. Blog Ödülleri'ni de bunun simgelerinden biri olarak görüyorum.

Bi de o kadar özensiz ve sırf kalabalıklık olsun diye düzenleniyor ki bu ödüller; geçtiğimiz aylarda benim yazıları çalıp blogunda yayınlayan çocuğun da açtığı yeni blogla o ödüllerde aday olduğunu gördüm geçenlerde.

Asıl konuya dönersek; blog yazarları günden güne sinema biletleri, çeşitli davetler, brunchlar ve diğer saçmalıklar adına kişisel alan olan blog yazıları yerine gazetelerin verdikleri market tanıtımlarına dönüşüyorlar.

(Burda yemek bloglarını ayrı tutuyorum yalnız. Sonuçta onların formatı farklı.)

Ha bundan bana ne ?

Orası da doğru. Hani isteyen istediği gibi kullanabilir. Sonuçta bu “kişisel bir alan” ise ve o insan da bu kişisel alanı bu amaçla kullanıyorsa kullansın.

Ama benim fikrim bu.

Bir de başıma garip bi şey geldi bu hafta. Biraz da ona değineyim hazır coşmuşken.

Artık bir okuyucu mu, yoksa beni tanıyan biri mi yapmış bilmiyorum ama biri benim blogumu başka bir Blog Ödülü’ne aday yapmış.

Ben de bunu gelen bir mail üzerine öğrendim.

Girdim baktım nasıl bir organizasyon ve ödüllerin amacı neymiş diye. Aslında çok da çıkar amaçlı bir şey olmadığını da gördüm. Hatta ödül de vermiyorlar 1. olana.  Ama yine de yukarıda da saydığım nedenlerden dolayı gereksiz buldum ve şu maili attım kendilerine :

selamlar,

öncelikle bu mailinizi yeni fark ettiğimi belirteyim. sanırım birileri bana sormadan blogumu organizasyonunuza aday yapmış. sitenize girip açıklamalarınızı okuduğumda diğer blog ödüllerinden farklı olduğunuzu gördüm ama yine de prensip olarak bu tip yarışmalara katılmıyorum. bu konuyla ilgili olarak da alta "blog dergisi"ne "Blog Ödülleri" ile ilgili yaptığım açıklamamı ekliyorum. sizden ricam ise eğer mümkünse beni adaylar arasından çıkarmanız olacak.

organizasyonunuzda size başarılar diliyorum.

Bu maile cevap olarak da şöyle bi şey geldi;

Düşüncelerinize saygı duyuyorum ve katıldığım nokta da çok... ama gördüyseniz sitede belirttiğim gibi oylama sisteminden dolayı... oylama başladıktan sonra adaylıkları silemiyorum.. anlayışla karşılamanı umuyorum...

Bu da ayrı bir saçmalık aslında ya neyse..

Organizasyona şurdan ulaşabilirsiniz. Beni ekledikleri kategori de şu.

Bunu buraya koyma sebebim de “ulan hadi bana oy gönderin ne olur” değil ki muhtemelen "oy toplamak için ayak yapıyor lavuk" diyenler de olacaktır. Sadece bu ödüllere bu kadar laf attıktan sonra içlerinden birinde olmamı görenlere bir açıklama olsun diye belirteyim dedim.

Hani açıklama yapmıyordun lan artık” demeyin bunun açıklanması lazım gelen bi durum olduğunu düşünüyorum.

Bu arada maili yayınlamak için organizasyonun sahiplerinden izin aldığımı da belirteyim.

Son olarak şunu söylemek istiyorum.

Bence blog yazmanın ilk amacı popülerlik, para kazanmak gibi şeyler olmamalı. İnsanlar yazmak için yazmamalı. İçlerinden bi şeyler geliyorsa bunu dökmeliler. İçinden o an saçmalamak geliyorsa rahatça saçmalaybilmeli hiç bir kaygı taşımadan. Hatta bazen ayıpladığın insanlar gibi de davranabilmelisin ki bazen yazdığım yazılara sonradan baktığımda "eleştirdiğim tipler" gibi davrandığım bölümlere rastlıyorum. Ama o an onu yazarken öyle düşünüyorum ve öyle yazıyorum.

Bir marka, ürün, para ya da başka amaçlarla bi şeyler yazmak tamamen yok olsun da demiyorum. Sadece bunlar birincil amaçlar olmamalı.

Bence asıl amacınız sadece içinizdekileri reklamsız, sansürsüz dosdoğrudan anlatmak olmalı.

Ha bundan bana ne …

Hiç öyle aklımdakileri saydım işte.

Bi de … hadi bana lavuk diyenlere kaç kişi olduğumuzu göstermek için oy  kullanalım gençler… valla bak. Hem oy verin hem de herkeslere yollayın linkimi…

Şaka len şaka istemiyorum oy moy;

Bi Keti Crownie Intense yollayın yeter..Çünkü o olmadan yaşayamıyorum… Siz de Keti Crownie Intense alın siz de onsuz yaşayamayın. Benimle bağlantıya geçmek için de yüz onsekiz on sekiizzzz oooonnn sekiizzz… Bakın aranızda hemen harekete geçenler var. Onlara diyeceğim şudur ki :

Ne akıllııı kadınsıııınnnn!!!

* Ne tiksindirici bir son oldu bu.

** Formspring'i tekrar aktif hale getirdim. Ordan da soru sormak için buna tıklayın.

Blogger Açılımı

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:08

16

Efendim malumunuz Başbakanımız durmadan açılımlar yapmakta; Türk, Kürt, Roman demeden her kesime hitap edip; şarkıcı, türkücü, aktör, aktrist ve Nihat Doğan demeden Türkiye’nin tüm meşhurlarını bir bir makamına çağırıp kahvaltılar vermekte.

Kürt Açılımı ile başlayan ve temelinde birlik beraberlik, barış ve kardeşliğin  olduğu ama özünde daha çok "her kesime şirin görünme” çakallığının yattığının Ermeni vatandaşlarla ilgili söylemler sonucu iyice açığa çıktığı bu açılımlardan yola çıkarak Başbakan’ın artık görmezden gelemeyeceği Sosyal Medya’ya da el atacağını ve yakında Sosyal Medya’nın en büyük simgeleri olan Blog Yazarları’nı bir kahvaltıya, akşam yemeğine, olmadı bir kokoreççiye çağıracağını düşünmekteyim.

Peki bu görüşme nasıl geçer ?

Köşe yazarları ne kadar az yazarsa ülkede o kadar huzur olur” diyen Başbakan’ın köşe yazarlarından çok daha sivri dilli  blog yazarlarına neler söyleyebilir ?

İşte HBBA olarak bu görüşmenin olası perde arkasını sizler için araştırdım.

Pucca

Başbakan’ın Pucca ile birebir muhattap olacağını pek düşünmüyorum açıkçası. Ama genel konuşmasını yaparken şöyle şeyler söyleyip dokundurabilir kendisine :

Bazı hanımlar var ki sabah sevgilisiyle kavga ediyor, akşamına yazısında; akşam adamda kalıyor sabaha blogunda… ne var ne yok anlatıyor.. Olmaaaaz!!! Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz. Sen namahreminle yaşadığını dört duvar arasından dışarı çıkarmayacaksın.

Başbakan’ın bu dokundurmalarından sonra, toplantının sonunda Emine Erdoğan, Pucca’yı kenara çeker ve kulağına “her gün yeni yazı var mı diye bakıyorum.” der ve durumu toparlar.

Flying Dutchman

Bazılarınız var ki blog yazarı değil maşallah Pekin metrosunda bilet gişesi memuru. İki dakika boş durmuyor yav.. Blogu bi açıyorsun “En İyi 10 Al Da At Dercesine Pas”, 10 dakika geçiyor bi bakıyorsun “Singapur Ligi İncelemesi”, aradan 1 saat geçmiyor “Iron Maiden Budapeşte Konseri”, yorum yapayım diyorsun o arada site güncelleniyor bi bakıyorsun “ Mick McCarthy Senden Nefret Ediyorum” başlıklı bir başka yazı… Hangi arada kendi işlerini yapıyorsun sen. Ne bu hırs, ne bu trafik… Bi soluklanın bi kendinize gelin yahu !!! 

5Posta

Zamanında en az üç çocuk yapın dedik ama aranızda bu söylemimizi farklı yerlere çekip bu işin yol haritasını çıkartanlar var? Daha sayfaya girmenle “Günün Gacısı” olarak karşına çekik gözlü çıplak bir kadın çıkıyor. Her şeyden önce Gacı lafı Romanlara özgü bi laftır ve ben Roman vatandaşlarımı rencide ettirmem arkadaş. Tamam en iyi meyve koyu olan, en iyi hatun da bodur olandır ama sen benim hem Roman vatandaşımı hem de Eskişehirli Tatar vatandaşlarımı balık halindeki levrek gibi sergilersen kusura bakma ama ben bu oyunu bozarım arkadaş !!!

Herkes haddini bilsin !!!


Voodoo Girl

Bir kız var; öğretmenim diyor. Ama bakıyorsun yazdıklarına ; yok şu bara gittik yok şöyle eğlendik. Bi kere Ankara’da hangi okulda hocasın bakayım sen ? Ankara gibi yerde nasıl oluyor bu gece hayatı ? Hem blog yazarı hem öğretmen olunmaz !!! Ya öğretmen olacaksın ya blogger. ikisi bir arada olduğu zaman ters mıknatıslanma yapar. 

Edward Ander

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir dedik. Ama aranızdan bazı yazar arkadaşlar askerde yan gelip yatmamayı, orda da yazı yazma olarak algıladı. Yav kardeşim, askerdesin.

Yat, sürün, koş….

Ne diye her çarşı izninde blog yazısı yazıyorsun sen ?
          Sen bu kafayla gidersen "ben bu yaz nerdeydim?" sorunun cevabı "askerdeydim" olmaya devam eder.


Oz-T

İşte hem partimiz hem de hükümet olarak anlatmaya çalıştığımız; açılımlarla desteklediğimiz mesaj bu : Hepimiz Aynı Mahallenin Çocuklarıyız !!!

Her ne kadar hanım kızımız bizim örfümüze, kültürümüze hiç yakışmayacak şekilde bazı söylemlerde bulunup bir şeyler yazıyor olsa da biz onu da kucaklıyoruz. Zaten taa Amerikalar’dan atıp tutmak kolay. Gelsene buraya. Gelip burda elini taşın altına koysana…

Ama olsun biz yine de onu da kucaklıyoruz.

Sami Hazinses

Efendim biz ne dedik. “blog bizim için amaç değil araçtır”. İşte aranızda bu söylevi tamı tamına uygulayan bi arkadaş var. Amma velakin amaç var, amaç var… Biz hangi amaçlarla kullanıyoruz, bu arkadaş hangi amaçlarla kullanıyor…

Yok efendim neymiş börek severmiş de, ailesiyle yaşarmış da…

Sevsinler seni… 

Kerizella

Bakın benim 3 çocuk lafımla zamanında dalga geçenler olmuştu. ama ne oldu. Biriniz çıktı bu çocuk işini fırsata çevirdi. Böylece ne kriz kaldı ne işsizlik. Hepiniz Alev’i örnek alsın.

Serdar Kuzuloğlu

Özel olarak yanına çeker ve “Öyle sahte isimler ardına saklanıp ona buna sallamasın kimse. Senin de bu konuyla ilgili FriendFeed’de yaptığın çıkışı çok beğendim. Senden İnternet Ekipler Amiri olarak bu bu tip çıkışlar ve denetlemelerin devamını bekliyorum. Haydi layklarını da al git.”


Her Boku Bilen Adam

Hele bazılarınız var ki her şeyin en iyisini en doğrusunu o biliyor. Her şeyi eleştiriyor. Yav kardeşim ben göreve geldiğimde emekli maaşı 150 TL iken şimdi 600 TL.. Bunu niye yazmıyorsun ? Anca oturduğun yerden her yere laf yetiştir. Madem sen biliyorsun en iyisini en doğrusunu; kurarsın bir parti, girersin seçime, benim halkım seni seçerse gelirsin oturursun seni de görürürüz ne yapıyorsun ne yapamıyorsun….
Ben yarın bırakıyorum koltuğu gel otur haydi hodri meydan !!!

Ama bunlar bilmezler, bunlar anca oturdukları yerden……

ve Başbakan coşar…


Davetin sonunda her birimiz “O kadar da kötü değilmiş adam, Sonuçta bizi yemeğe çağırdı. Kim çağırdı ki bizleri şimdiye kadar böyle bir makama, Bak eleştirdi falan ama o kadar birebir muhattap oldu, Bu da bi gelişme …” gibi saçma bir iyimserlikle ordan çıkar; bir süre afyonlanmış halde hayatımıza devam eder, sonra değişmediğini gördüğümüz ilk saçmalıkta da koca bir “haaaaaaa….şimdi anladım” diyip uyanırdık mevzuya.

Ama olsun Sayın Başbakanım. Size yine de çağırabilirsiniz bizi yemeğe…

…kahvaltı da olur…

…bi pizza söyleyin bari…

…gofret ?

Hangi Bildiğim ?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 02:45

8

Efendim geçtiğimiz ay bildiğiniz gibi Barbarossa Blog ile bir röportaj gerçekleştirmiştik. O röportajdan bir kaç gün sonra Madam Brownie adlı online kadın dergisi ekibinden de bir mail geldi.

Her ay bir blogger ile röportaj gerçekleştirmek istiyorlarmış ve benimle başlamak istemişler. Ben de cool çizgimi bozmamak adına önce "acandama bakıp size haber veririm" yazıp yolladıktan 15 dakika sonra "ajanda yerine acanda yazmışım, bunu kimseye söylemeyin hemen bugün gerçekleştirelim röpü" diyerek serinin ilk konuğu oldum.


Açıkçası bu röportaj yapılan insan olma duygusu "vay be bana bak" gibi salakça bir hazzı içermesinin yanında gerçekten de eğlenceli bir aktivite. Dışardan bakanlar için "sen kimsin de röportaj yapılıyor la senle ?" gibi baltalayıcı bir yaklaşım potansiyeli de olsa "ulan bu memlekette kimlerle röportaj yapılıyor ne sorular soruluyor" gibi leventkırcavari bir toplumsal mesajla da sizi Madam Brownie ile yaptığımız röportaja doğru göndereyim.

Daha önceki röportajda ve başka yerlerde söylediğim şeyleri bulup "ee aynı şeyleri söylemişsin" diyebilirsiniz ama "aynı şeyleri sordular ne yapayım" diyerek savuştururum sizi.

Emeğe Saygı ?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 17:19

64

Şimdi size çok acayip bir şey anlatacağım.

Aslında bugün 98 ve 97 numaralı filmleri yazmayı planlıyordum ama dün gece öyle acayip bir şeyle karşılaştım ki araya bu yazıyı sıkıştırmak istiyorum.

Efendim dün gece uykusuz kalınca 98 numaralı filmi yazmak üzere bilgisayarın karşısındaydım. Derken bir arkadaşım daha önce yazdığım Elikanlı Delikanlıların Kahramanları adlı yazıyla ilgili bir mesaj attı bana. Bu yazıyı yazmama vesile olan olayla da o mesaj sayesinde karşılaştım.

Arkadaşımın mesajında bahsettiği şeye bakarken yazıya gelen yorumlardan biri dikkatimi çekti.

Genelde yazılara gelen yorumların tamamını okurum ama yorumu yapanların blogunu ziyaret ettiğim çok olmuyor ne yalan söyleyeyim.

Yazıya yapılan yorumlardan birinde blogu adsız yorumculara kapatmam gerektiğinden bahsetmiş bir kullanıcı bunun üzerine " ßLu3_ßLooD " adlı kullanıcı da şu cümleyi kurmuş :

Adsızları kapatırsa bil ki HBBA'nın reytingi düşer.Unutma meyve veren ağaç taşlanmaz,taşlanan ağaç meyve verir.Sen kimi yerersen o daha da favori olur.En azından Türkiye'de böyle...

Hani güzel de laf sokmuş bana aklı sıra.

Ben de bu reyting meraklısı cengaver de kimmiş neymiş ne yazarmış diye merak ettim açıkçası ve bloguna girdim arkadaşın. Bloguna girmemle de ne 98 numaralı yazı kaldı ne uykudan eser. Neredeyse 2-3 saat geçirdim ßLu3_ßLooD adlı kullanıcının blogunda.

Bunun nedeni de bana lafı geçiren ßLu3_ßLooD 'ın harika bir üslubu olması, muhteşem yazılar yazması falan değildi.

Efendim bana "reyting meraklısı" yakıştırması yapan arkadaş kendi blogunda benim blog'a, twitter'a , friendfeed'e yazdığım ne varsa; bazılarını aynen copy paste ile, bazılarını kendine göre düzenleyerek, bazı yazıları ise başka yazılarla birleştirerek kendi yazısı gibi aynen yerleştirmiş. Blogdaki 55 yazıdan neredeyse 30'unun benim yazılarımdan arak olması yetmezmiş gibi diğer bloglardan da sağlam hırsızlığa imza atmış.

Daha önce de buna benzer bir kaç olaya şahit olmuştum ama açıkçası bu tip olayların çok da peşinde koşan bir adam değilim. Bunu da kendimi yukarılarda bir yere koymak, "aman ne yaparlarsa yapsınlar taklitler asıllarını yaşatır" gibi bir bakış açısı içinde söylemiyorum. Ben bu tip işlerle uğraşan adamların nasıl olsa kaale alınmayacaklarını ve bir yerde yalnız kalacaklarını düşünüyorum ki arkadaşın bloguna da ne bir yorum bırakan var ne de gelip giden. Ama bu yazıyı yazmaya beni iten ve az sonra bu arkadaşı rezil etmeme sebep olacak olan şey bambaşka.

Efendim bu arkadaş benim ve başka blogların yazılarını çaldığı yetmiyormuş gibi bir de yavuz hırsızlığa soyunmuş.

Benim bundan 4-5 ay önce yazdığım, hatta tam tarih vereyim; 2009 Ekim'inde yazdığım "Cahillik Modası"başlıklı yazıyı aynen kopyalayıp yazının girşinde de şu cümleyi kullanmış :

Uyarı : Az sonra okuyacağınız yazıda, pek çok kez söylediğim sözleri, bazı yerlerde yazdığım yazılardan parçaları bulunabilir; beni aynı sözleri söyleyip, kendini tekrar etmekle suçlayabilirsiniz.Ayrıca bu yazımın orjinal halidir. Üç ay önce blogumdan yazımı çalıp kendi yazmış gibi yayınlayan HBBA' ya tepki maksatında bunu yayınlıyorum. İnsan emeğe saygı duymalı. Çaldığı yazıyı bile kısaltmamalı...

Yani arkadaş hem benim yazılarımı oraya buraya yazdıklarımı çalıyor hem de beni " emek hırsızlığı " ile suçluyor. Bu da yetmezmiş gibi bir de gelip blogumda beni " reyting meraklısı "olmakla suçluyor.

Şimdi gelin Reyting Meraklısı HBBA olarak size ßLu3_ßLooD 'ın ne haltlar karıştırdığından biraz daha detaylı bahsedeyim.

Önce yukarıdaki yazıdan başlayalım. Bu benim 2009 Ekim'inde yazdığım Cahillik Modası yazısı bu da ßLu3_ßLooD ustanın(!) kaleme ee pardon copy paste'e aldığı Cahillik Modası. Gelin bu eseri bir de ondan dinleyin de kendisi aradığı şöhrete kavuşsun. Cahillik Modası'nda pek bi değişiklik yok sadece yukarıda da bahsettiğim üzere bana lafı koymuş kendisi sağolsun.

Bu da benim  " Bu Vatan Sağolmasın" yazım, bu da ßLu3_ßLooD versiyonu olan " Çocuklarımız Ölmesin Diye Vatan Sağolsun". Hakkaten başlığı benimkinden iyi bak. Hiç aklıma gelmemişti oysa.

Hemen bir başka esere geçelim şimdi de.

Benim Kısa Kısa Serisi'ni bilen bilir. Hatta ben o seriye başlamadan bir kaç gün önce benzer bir seriye başlayan  Ekseriyetle Blogu'na yorum bırakmıştım "vallaha benim de aklıma gelmişti böyle bir şey" diye.

Formatı almak önemli değil tabi ki. Sonuçta hepimiz aynı formatta farklı yazılar yazıyoruz ama kendisi yazıları aynen kopyalamış. Serinin adına da ßLu3_ßLooD demiş. Bak benim hiç aklıma gelmemişti. Bilsem ben de bu ismi verirdim o seriye.

Hatta ne tesadüftür ki seriye aynı cümlelerle başlamışız. Bakın bu benim kısa kısa serisine başladığım cümle :


Bu da  ßLu3_ßLooD 'ın kendisiyle aynı adı taşıyan ßLu3_ßLooD Serisi'ne başladığı yazının girişi :


Fark görebiliyor musunuz ? 

Öyleyse neden daha fazla ödeyesiniz ? 

Bakın bu benim 3 Ocak'da yazdığım Kısa Kısa 3 yazısı bu da ßLu3_ßLooD 'ın 11 Ocak'ta yazdığı ßLu3_ßLooD 7 yazısı. Ben hem tarih olarak hem de seri numarası olarak gerideyim ondan yalnız. 3 Ocak - 11 Ocak, Kısa Kısa 3 , ßLu3_ßLooD 7. Yalnız hakkını da yemeyelim, benim yazdıklarımı yetersiz bulmuş olacak ki 3 madde daha eklemiş. Gerçi o maddeleri de kendi mi yazdı orası da muamma.

Hemen bir başka esere geçelim hızı kesmeden,


Bakın bu en sevdiğim oldu. Nedenine gelince de benim Menopozlu Anne İle Nasıl Baş Edilir ? yazım sanırım kendisinin iyi aile çocuğu konseptine uymamış olacak ki o yazıdaki videoları ve videolara yaptığım yorumları alıp "Facebook'da paylaşılan En İyi Videolar" diyerek başka bir düzenlemeye gitmiş. Açıkçası buna biraz kırıldım. Tamam Menapozlu anneleri biraz incitmiş olabilirim o yazıda ama yine de yazımın sansüre uğramasını içime sindiremedim. Ama ßLu3_ßLooD gibi iki lafından biri "emeğe saygı" olan bir delikanlı yaptıysa vardır bir bildiği diyor ve sineye çekiyorum.

Bi de çok eğreti duranlar var ki onlara çok güldüm. Misal benim Beyaz'a ve Beyaz Show'a nasıl baktığımı özellikle yakın takipçiler bilir. Hatta geçen günlerde Beyaz ile ilgili twitter'da şöyle demiştim :

Siz hala izleyip yazmaya devam edin ama Beyaz Show'u Beyaz'ın annesi bile izlemiyor bence.


ßLu3_ßLooD ise anlaşılan bir Beyaz hayranı. Nedenine gelince de Beyaz Show'u izlemeden yapamadığını söylemiş ama benim cümlem de anlaşılan hoşuna gitmiş ve kullanmadan edemeyince de ortaya şöyle acayip bir sonuç çıkmış.


İşte karşınızda albümün en garip şarkısı :

Beyaz Show by HBBA feat. ßLu3_ßLooD Dj EM-E-E SayGHI Mix

Aa yarın beyaz showda kimler var deyip Kanal D yi ara ara açıp bakanlardan biri olduğum için utanıyorum kendimden. İzlemesem de Beyaz Show varken televizyonun açık durması da nasıl ifade edilebilir bilemiyorum. Siz hala izleyip yazmaya devam edin ama Beyaz Show'u Beyaz'ın annesi bile izlemiyor bence.

Daha fazla uzatmaya gerek yok efendim zira dediğim gibi neredeyse 30'a yakın yazı var benden "esinlendiği".

Bu arada unutmadan blogda gezerken Flying Dutchman'in taa geçen sene yazdığı ve geçtiğimiz günlerde blogunda tekrar yer verdiği "İlişkilerde Top 10 İğrenç Erkek Modeli" ve "İlişkilerde Top 10 İğrenç Kadın Modeli" yazılarına da rastladım.

İşte ßLu3_ßLooD 'dan iğrenç kadın ve erkek modelleri ile harika tespitler.

İlişkilerde İğrenç Kadın Modları


Açıkçası Flying Dutchman'den çok daha iyi yazmış. Dutchman'in yerinde olsam ekibi komple kovar hatta kendim de yazmayı bırakır blogu ßLu3_ßLooD 'a emanet ederdim.

Bu arada emeğe saygıyı, iyiliği, dürüstlüğü dilinden düşürmeyen ßLu3_ßLooD ahlak bekçiliğine de soyunmayı elden bırakmamış ve Pucca'ya da lafı geçirmiş ve şu cümleleri söylemiş :


Blogger oldum diye ağzımı hiç bozmadım ama Pucca Günlük'ü görünce ''Oha a.q. one lan'' demedim desem yalan olur herhalde.Ben ne cahilmişim arkadaş bende diyorum ki beni takip eden neden bu kadar az.Erkek olduğum halde bir tarafım yemez sexepalce yazmak.Türk insanının en hoşuna giden şey nedir tabiki şey.Pucca Günlük de şeyden bol bol bahsediyor hanım abla.Blog listelerimin arasına koydum ara ara girip bakarsınız.

Haklı ama; Pucca çok terbiyesiz, HBBA zaten reyting delisi, Flying Dutchman boş tespitlerin adamı, 5Posta ahlaksızın teki, Ortega holigan....

Keşke herkes  ßLu3_ßLooD gibi özü sözü bir, emeğe saygılı, dürüst, terbiyeli, iyi aile çocuğu olabilse hem ülkemiz hem de blog dünyası ne kadar iyi yerlere gelir değil mi sevgili izleyenler.

Bana şimdi "niye böyle bir adamla uğraşıyorsun" diyenler olabilir ama bu adamları yavuz hırslık mertebesinde görmezden gele gele yaptıklarına göz yuma yuma hayat boyu böyle adamların yükselişlerini seyredip durur hale geliyoruz.

Bakın blog yazmak keyifli bir olay. Bi nevi stres atma aracı bu bloglar. Hem bir şeyler karalıyor içimizdekileri boşaltıyoruz hem de sadece stres atma aracı olarak görmeyip ciddi anlamda zaman ve emek harcıyoruz burda. İzleyici, okuyucu kitlesi oluşunca da bir nevi sorumluluğa dönüşüyor. Ama birileri gelip size hiç sormadan onayınızı almadan yazınızı fikrinizi çalıp kendi yazısıymış gibi orda burda yayınlıyor. Bunu yapması da yetmiyor bir de size "hırsız" muamelesi yapıyor.

ßLu3_ßLooD 'ın blogunu ziyaret etmenizi öneriyorum Yukarıda renkli fontla yazılmış olan bölümlerden bahsi geçen yazılara ve bloga ulaşabilirsiniz.. Gidip küfür falan edin diye değil ama yanlış anlaşılmasın. Muhakkak kendi yazılarınıza orda rastlayacaksınız. Sırf bu hissin nasıl bi his olduğunu görün diye girin siteye. Hem de o kadar emek verip copy paste ile uğraşan bu arkadaşa bir saygı gösterin

Resmini de koydum çünkü zaten kendisi koymuş bloguna. Zaten her yazının altında mutlaka "kızlar beni niye okumuyor" tipi bir serzeniş var, benim de katkım olsun arkadaşa.

Unutmadan bu da 6500 kişiyi topladığı  feysbuk grubu. Vallahi helal olsun benim grupta o kadar insan yok. Tebrik ederim.

Dostum ßLu3_ßLooD emeğine saygı + REP veriyorum. Yalnız copy paste'lerde kayma var bi el at be hacı.

Barbarossa'dan HBBA Söyleşisi

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 15:55

7



Geçen hafta Barbarossa Blog ile bir röportaj yapacağımızı duyurmuştum. Haftasonu bu röportajı gerçekleştirdik. Kendileri de hemen derleyip düzenleyip en ivedi şekilde bloglarına taşımışlar.

Söyleşiyi de şu cümlelerle duyurmuşlar :

Sırada 'Her Boku Bilen Adam' var. Bu kez biraz farklı bir söyleşi olmasını istediğim için onun blugunu tercih ettim. Gerçekten de farklı oldu. Kadınlardan, Ne zaman 'milli' olduğundan, Sakarya'dan, Kocaeli'den, Yemekteyiz'den, Fethullah Gülen'den, House dizisinden, Nihat Doğan'dan ve hatta Fil Bokundan bile konuştuk kendisiyle. Fakat halen kendisinin ne ismini biliyoruz, ne de yaşını... Verdiği söyleşiye rağmen gizemini koruyor yani HBBA. Kendisine vakit ayırdığı için teşekkür edelim ve sorulara geçelim. Bu arada söyleşi serisinin 'cevapları' en uzunu HBBA ile olan söyleşimiz oldu, şimdilik...

Hakkaten de biraz fazla uzun cevaplamışım soruları ama ilk olarak okuyanlar sıkıcı olmadığını söylediler. 

Röportajı bu linkten okuyabilirsiniz. 

Oğuz Öztürk ve Barbarossa  Blog'a da ilgilerinden dolayı tekrar teşekkür ediyorum.

HBBA'ya Ne Sorsak ?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 23:03

9



Barbarossa blogunun sahibi Oğuz Öztürk blogunda bir süredir röportajlara yer veriyor. Blog futbol üzerine olduğu için röportaj yaptığı kişiler de genellikle futbol blogları ve futbol dünyasından oluyor. Ama bu sefer bir değişiklik yaparak benimle röportaj yapmak istedi; ben de kabul ettim.

Röportajı yapmadan önce de okuyucularına röportaj yapacağı kişiye ne soralım diye soran Barbarossa, blogunda bu amaçla da bir yazı yayınlıyor.

Benden de bunu duyurmamı istedi.

Şimdi bu linke tıklayarak bana sormak istediğiniz soruları kendisine sunabilir, röportaja siz de katılabilirsiniz.

Ha unutmadan "yaşı kaç, boyu kaç cm, sanat için soyunur mu, gerçek adı ne ?" gibi soruları cevaplamayacağımı şimdiden söyleyeyim.