Sia - Breathe Me

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 23:49

65

Haftanın Şarkısı'nda Sia'dan Breathe Me var bu hafta.

Sia'yı severim. İyidir, hoştur, güzel şarkıları vardır, güzel de hatundur.

Breathe Me de en sevdiğim şarkısıdır. Klibi de ayrı güzeldir ama; bu şarkıya tapmamın sebebi Six Feet Under'ın final bölümündeki o son 5 dakikadır.

Hep diyorum ya Six Feet Under kadar güzel bir dizi gelmedi gelemez diye. İşte bu muhteşem dizinin harikulade finalinin son sahnelerine de Breathe Me öyle bir işler ki; diziyi başından sonuna kadar izlemiş biri iseniz, o son  sahneyi izlerken dünyadaki en sevdiğiniz insanı kaybetmişçesine dağılabilirsiniz.

O son sahneyi koymak isterdim ama hala Six Feet Under izlememiş olanlara bunu yapıp da o duyguyu kaybetmelerini istemem.

Diziye de fazla dalıp Sia'yı ve şarkısının muazzamlığını da daha fazla göz ardı etmeden buyrun diyorum :




Help, I have done it again
I have been here many times before
I hurt myself again today
And, the worst part is there's no-one else to blame

Be my friend
Hold me, wrap me up
Unfold me
I am small
and needy
Warm me up
And breathe me

Ouch

I have lost myself again
Lost myself and I am nowhere to be found,
Yeah I think that I might break
Lost myself again and I feel unsafe

Be my friend
Hold me, wrap me up
Unfold me
I am small
and needy
Warm me up
And breathe me
* Six Feet Under'ın jeneriği üzerine yazdığım küçük bir yazı.

Alma

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:54

9

Haftanın Videosu olarak bir kısa animasyonu seçtim bu hafta.


Ice Age, Finding Nemo , The Incredibles, Cars, Ratatouille, WALL·E, UP gibi filmlerin yapım ekibinde yer alan Rodrigo Blaas'ın ilk yönetmenlik denemesi olan ve girdiği bir çok festivalden ödülle dönen bir kısa animasyon :  

ALMA

Asil Başkan

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 18:41

6

Taraftar olmak bambaşka bir olgu. Kendi adının içindeki "taraf" sözcüğü bile aslında pek çok şeyi açıklıyor. İnsan bir tarafta olunca da diğer tarafa o taraftakiler gibi bakamıyor. Diğer tarafa bakmayı bırak; yeri geliyor ortadaki bir mevzuyu bile sadece kendi tarafındaki bakış açısıyla görebiliyor.

İşte bu yüzden "Arda, Messi'den daha iyi futbolcu" diyen ve buna inanan adamlar geziyor etrafta. Aynı Arda karşı tarafın formasını giyse o Messi'den iyi olan adam bir anda dünyanın en beceriksiz futbolcusuna dönüşüyor o lafı söyleyen adamın gözünde.

Bu durum bazen Arda-Messi örneğindeki gibi komik olabilecek bir hale bürünürken bazen de bulunduğu taraf için insanlara küfretmeyi, onurlarını kırmayı; hatta daha da ileri giderek kan dökülen durumları bile beraberinde getirebiliyor.

İşte bu ortamda kendi takımınız ya da herhangi bir takım hakkında bir şeyler söylemek, yazı yazmak, ahkam kesmek bile çok zor bir hale geliyor. Ben de bazen bu durumla karşılaşıyorum. Kendi takımım hakkında bile yazdığım eleştirilere tahammül edemeyen bir kitle söz konusu. Bu kitle de bizim ülkedeki çoğunluğu oluşturuyor malesef.

Oyunu değil, hatta renkleri de değil, sadece gerilimi seven bu kitlenin çoğunluğu oluşturduğu bir ortamda bir kulübün başına geçmekse gerçekten büyük cesaret isteyen bir sorumluluk örneği. Hele bu sorumluluğu alıp da duruşunu ve saygınlığını koruyabilmek en zoru. Nice saygın iş adamları, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar o sorumlulukların altına girdiklerinde kendilerini kaybedip içlerindeki canavarı ortaya çıkarırken bir adam çıkıyor ve herkese ders verir bir duruş gösteriyor görevde kaldığı süre boyunca.

Ezeli rakibinden tarihi fark yediği maçta, holiganlardan bile daha tehlikeli insanların oturduğu şeref tribünü denen yerde ezeli rakibinin gollerini alkışlayabilecek bir asalet gösteriyor. Kendi taraftarından küfürler yeme pahasına yapıyor hem de bunu. Çünkü bu adam iyi oynayana saygının, kazanmaktan çok daha önemli olduğuna inanan asil bir adam.

Ama "vur kır parçala, bu maçı kazan" diye tezahürat yapan taraftarların olduğu, kaybedilen maçın ardından oyuncularına rakip takım oyuncularına dayak atmayı emreden teknik direktörlerin İmaparator ilan edildiği, milli maçta atılan golün ardından kendisini eleştiren basın tribününe el kol hareketi yapanların milli takım kaptanı yapıldığı ülkede anlaşılmıyor. Anlaşılmadığı gibi de dalga geçiliyor, küfür yiyor.

Bir gün artık o da dayanamıyor bu ortama ve maçı resmen katleden hakemden düdüğünü asmasını bekliyor. Bu yaptığı hareket kimileri tarafından başkanlığı boyunca yaptığı en iyi iş olarak görülürken o, sonradan yaptığı açıklamada hayatındaki en büyük pişmanlığın o yaptığı çıkış olduğunu belirtiyor.

İşte Özhan Canaydın; yöneticileri, oyuncuları, basını, taraftarı çirkeflikten başka bir şey yapmayan Türk Futbolu için çok ama çok fazla gelen bir adamdı.

Bir Fenerbahçeli olarak kendi takımımın yöneticilerinden kim ölse acaba böyle bir yazı yazabilirim diyip, bulamamanın verdiği hüzünle Özhan Canaydın'ı saygıyla anıyor; zamanında kendisine her fırsatta giydiren bademgözseverlerin açıklamalarını da gülerek izliyorum.

Oren Lavie - Her Morning Elegance

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 15:33

10

Bu haftanın şarkısı İsrailli Oren Lavie'den :

Her Morning Elegance.

Şarkıcının 2007'de çıkardığı ilk ve şu an için tek olan "The Opposite Side of the Sea" albümü; geçen haftalarda da bahsettiğim "her şarkısı ayrı güzel" sınıfına giren albümlerden. Albümün çıkış parçası olan Her Morning Elegance şarkısının da "stop motion" tekniği ile çekilen klibi içinse; muazzam bir sanat eseri diyebilirim.

Hala izlememiş olanlara da vesile olmanın verdiği hazla Oren Lavie'nin sözü müziği; hatta bu muhteşem klibinin yönetmenliğinin bile kendisine ait olduğu şarkıyı Sezen Cumhur Önal edasıyla dudağımı büzerek beğeninize sunuyorum.

Her Morning Elegance




Sun been down for days
A pretty flower in a vase
A slipper by the fireplace
A cello lying in it's case

Soon she's down the stairs
Her morning elegance she wears
The sound of water makes her dream
Awoken by a cloud of steam
She pours a daydream in a cup
A spoon of sugar sweetens up

And She fights for her life
As she puts on her coat
And she fights for her life on the train
She looks at the rain
As it pours
And she fights for her life
As she goes in a store
With a thought she has caught
By a thread
She pays for the bread
And She goes...
Nobody knows

Sun been down for days
A winter melody she plays
The thunder makes her contemplate
She hears a noise behind the gate
Perhaps a letter with a dove
Perhaps a stranger she could love

And She fights for her life
As she puts on her coat
And she fights for her life on the train
She looks at the rain
As it pours
And she fights for her life
As she goes in a store
With a thought she has caught
By a thread
She pays for the bread
And She goes...
Nobody knows

And She fights for her life
As she puts on her coat
And she fights for her life on the train
She looks at the rain
As it pours
And she fights for her life
Where people are pleasently strange
And counting the change
And She goes...
Nobody knows

* MySpace sayfası için tıklayın.

Blogger Açılımı

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:08

16

Efendim malumunuz Başbakanımız durmadan açılımlar yapmakta; Türk, Kürt, Roman demeden her kesime hitap edip; şarkıcı, türkücü, aktör, aktrist ve Nihat Doğan demeden Türkiye’nin tüm meşhurlarını bir bir makamına çağırıp kahvaltılar vermekte.

Kürt Açılımı ile başlayan ve temelinde birlik beraberlik, barış ve kardeşliğin  olduğu ama özünde daha çok "her kesime şirin görünme” çakallığının yattığının Ermeni vatandaşlarla ilgili söylemler sonucu iyice açığa çıktığı bu açılımlardan yola çıkarak Başbakan’ın artık görmezden gelemeyeceği Sosyal Medya’ya da el atacağını ve yakında Sosyal Medya’nın en büyük simgeleri olan Blog Yazarları’nı bir kahvaltıya, akşam yemeğine, olmadı bir kokoreççiye çağıracağını düşünmekteyim.

Peki bu görüşme nasıl geçer ?

Köşe yazarları ne kadar az yazarsa ülkede o kadar huzur olur” diyen Başbakan’ın köşe yazarlarından çok daha sivri dilli  blog yazarlarına neler söyleyebilir ?

İşte HBBA olarak bu görüşmenin olası perde arkasını sizler için araştırdım.

Pucca

Başbakan’ın Pucca ile birebir muhattap olacağını pek düşünmüyorum açıkçası. Ama genel konuşmasını yaparken şöyle şeyler söyleyip dokundurabilir kendisine :

Bazı hanımlar var ki sabah sevgilisiyle kavga ediyor, akşamına yazısında; akşam adamda kalıyor sabaha blogunda… ne var ne yok anlatıyor.. Olmaaaaz!!! Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz. Sen namahreminle yaşadığını dört duvar arasından dışarı çıkarmayacaksın.

Başbakan’ın bu dokundurmalarından sonra, toplantının sonunda Emine Erdoğan, Pucca’yı kenara çeker ve kulağına “her gün yeni yazı var mı diye bakıyorum.” der ve durumu toparlar.

Flying Dutchman

Bazılarınız var ki blog yazarı değil maşallah Pekin metrosunda bilet gişesi memuru. İki dakika boş durmuyor yav.. Blogu bi açıyorsun “En İyi 10 Al Da At Dercesine Pas”, 10 dakika geçiyor bi bakıyorsun “Singapur Ligi İncelemesi”, aradan 1 saat geçmiyor “Iron Maiden Budapeşte Konseri”, yorum yapayım diyorsun o arada site güncelleniyor bi bakıyorsun “ Mick McCarthy Senden Nefret Ediyorum” başlıklı bir başka yazı… Hangi arada kendi işlerini yapıyorsun sen. Ne bu hırs, ne bu trafik… Bi soluklanın bi kendinize gelin yahu !!! 

5Posta

Zamanında en az üç çocuk yapın dedik ama aranızda bu söylemimizi farklı yerlere çekip bu işin yol haritasını çıkartanlar var? Daha sayfaya girmenle “Günün Gacısı” olarak karşına çekik gözlü çıplak bir kadın çıkıyor. Her şeyden önce Gacı lafı Romanlara özgü bi laftır ve ben Roman vatandaşlarımı rencide ettirmem arkadaş. Tamam en iyi meyve koyu olan, en iyi hatun da bodur olandır ama sen benim hem Roman vatandaşımı hem de Eskişehirli Tatar vatandaşlarımı balık halindeki levrek gibi sergilersen kusura bakma ama ben bu oyunu bozarım arkadaş !!!

Herkes haddini bilsin !!!


Voodoo Girl

Bir kız var; öğretmenim diyor. Ama bakıyorsun yazdıklarına ; yok şu bara gittik yok şöyle eğlendik. Bi kere Ankara’da hangi okulda hocasın bakayım sen ? Ankara gibi yerde nasıl oluyor bu gece hayatı ? Hem blog yazarı hem öğretmen olunmaz !!! Ya öğretmen olacaksın ya blogger. ikisi bir arada olduğu zaman ters mıknatıslanma yapar. 

Edward Ander

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir dedik. Ama aranızdan bazı yazar arkadaşlar askerde yan gelip yatmamayı, orda da yazı yazma olarak algıladı. Yav kardeşim, askerdesin.

Yat, sürün, koş….

Ne diye her çarşı izninde blog yazısı yazıyorsun sen ?
          Sen bu kafayla gidersen "ben bu yaz nerdeydim?" sorunun cevabı "askerdeydim" olmaya devam eder.


Oz-T

İşte hem partimiz hem de hükümet olarak anlatmaya çalıştığımız; açılımlarla desteklediğimiz mesaj bu : Hepimiz Aynı Mahallenin Çocuklarıyız !!!

Her ne kadar hanım kızımız bizim örfümüze, kültürümüze hiç yakışmayacak şekilde bazı söylemlerde bulunup bir şeyler yazıyor olsa da biz onu da kucaklıyoruz. Zaten taa Amerikalar’dan atıp tutmak kolay. Gelsene buraya. Gelip burda elini taşın altına koysana…

Ama olsun biz yine de onu da kucaklıyoruz.

Sami Hazinses

Efendim biz ne dedik. “blog bizim için amaç değil araçtır”. İşte aranızda bu söylevi tamı tamına uygulayan bi arkadaş var. Amma velakin amaç var, amaç var… Biz hangi amaçlarla kullanıyoruz, bu arkadaş hangi amaçlarla kullanıyor…

Yok efendim neymiş börek severmiş de, ailesiyle yaşarmış da…

Sevsinler seni… 

Kerizella

Bakın benim 3 çocuk lafımla zamanında dalga geçenler olmuştu. ama ne oldu. Biriniz çıktı bu çocuk işini fırsata çevirdi. Böylece ne kriz kaldı ne işsizlik. Hepiniz Alev’i örnek alsın.

Serdar Kuzuloğlu

Özel olarak yanına çeker ve “Öyle sahte isimler ardına saklanıp ona buna sallamasın kimse. Senin de bu konuyla ilgili FriendFeed’de yaptığın çıkışı çok beğendim. Senden İnternet Ekipler Amiri olarak bu bu tip çıkışlar ve denetlemelerin devamını bekliyorum. Haydi layklarını da al git.”


Her Boku Bilen Adam

Hele bazılarınız var ki her şeyin en iyisini en doğrusunu o biliyor. Her şeyi eleştiriyor. Yav kardeşim ben göreve geldiğimde emekli maaşı 150 TL iken şimdi 600 TL.. Bunu niye yazmıyorsun ? Anca oturduğun yerden her yere laf yetiştir. Madem sen biliyorsun en iyisini en doğrusunu; kurarsın bir parti, girersin seçime, benim halkım seni seçerse gelirsin oturursun seni de görürürüz ne yapıyorsun ne yapamıyorsun….
Ben yarın bırakıyorum koltuğu gel otur haydi hodri meydan !!!

Ama bunlar bilmezler, bunlar anca oturdukları yerden……

ve Başbakan coşar…


Davetin sonunda her birimiz “O kadar da kötü değilmiş adam, Sonuçta bizi yemeğe çağırdı. Kim çağırdı ki bizleri şimdiye kadar böyle bir makama, Bak eleştirdi falan ama o kadar birebir muhattap oldu, Bu da bi gelişme …” gibi saçma bir iyimserlikle ordan çıkar; bir süre afyonlanmış halde hayatımıza devam eder, sonra değişmediğini gördüğümüz ilk saçmalıkta da koca bir “haaaaaaa….şimdi anladım” diyip uyanırdık mevzuya.

Ama olsun Sayın Başbakanım. Size yine de çağırabilirsiniz bizi yemeğe…

…kahvaltı da olur…

…bi pizza söyleyin bari…

…gofret ?

Video Ne Arar La HBBA'da ?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 17:54

8

Blogda madem "Haftanın Şarkısı" var; o zaman niye bir de haftanın videosu yok diye düşündüm ve bir HBBA atasözü olarak "yeni bir seri oluşturmaya karar verdim."

Aslında yeni bir seri falan değil hani; ayak yapmayayım. Daha önce buraya koyduğum videoları "haftanın videosu" diye etikenlendirdim oldu bitti işte.  Zaten elimizde de alkışlarlayaşıyorum gibi  muhteşem bir kaynak olunca bu bölüm için materyal bulmak da zor değil.

Bu bölüme madem bir çeki düzen verdim o zaman ilk video da şöyle sağlam bir şey olsun dedim ve aylardır abartısız her gün izlediğim, cep telefonumun mesaj melodisi bile olan muhteşem eseri sizlerle paylaşmak istedim sevgili izleyenler. Gerçi artık izlemeyen kalmamıştır ama bu nadide eser burda olmalı.

"Sen de mi video paylaşanlar kervanına katıldın hbba, hiç yakıştıramadım" diyenler için geliyor :

Kısa Kısa 6

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 19:07

17

Ne zaman herhangi bir Türk futbolcuyu, şarkıcıyı, sanatçıyı yersem hemen “sen yabancı hayranısın” gibi bir yaftalama ile karşılaşıyorum. Yabancısı yerlisi mi var; bana göre kötü olana  kötü, iyi olana iyi diyorum işte ne var bunda. Bi de şu “bi boku da beğen” lafı yok mu çıldırtıyor beni. Milletin beğeni düzeyi o kadar yerlerde ki sen ortalama bi şeye kötü bile değil; sadece orta düzeyde dediğin zaman bile celalleniyorlar. Recep İvedik’i beğenmiyor, Serdar Ortaç’ı dinlemiyorsun diye “entel dantel” damgası yiyorsun. Bu durum karşısında sen onlara “zevksiz” bile diyemezken onlar seni iki dakkada “Türk Düşmanı” ilan ediyorlar.

Ben çocukken o zamana göre lüks sayılabilecek (muz, çikolata, pasta vb.) şeyleri yediğimiz zaman büyüklerimiz tarafından tembihlenirdik “bahsetme kimseye ayıp olur bulan var bulamayan var” diyerekten. Şimdi büyüdük ve herkes sıçtığına kadar ilan eder oldu. Özellikle Twitter’da her öğününü de takip edebiliyorsunuz takip ettiğiniz kişinin. Hatta FriendFeed’de bir de fotoyla belgeliyorlar. Tamam zaman değişti artık böyle şeylere takılmamak lazım. Hani doğumgünü olur yıldönümü olur pastayı çeker koyarsın; ya da ne bileyim güzel bir mekandasındır içki sofrasını gönderirsin dostlarına “siz de burda olsanız keşke” falan diye ama kardeşim çiğnediğin sakızın bile fotoğrafını çekip koyuyorsun gına geldi artık. Bi lokma iste ucundan vermez ama; anca fotosunu çekip atar sana blututtan.

Bloomberg HT kanalında Dragons’ Den adında bir yarışma var. Yarışmada Ejderler olarak adlandırılan Britanya’nın en önemli zenginlerinden 5’i ve onlara projelerini beğendirmeye çalışan girişimcileri izliyoruz. Girişimciler bir ürün ya da projeyi getirip sunumunu yaparak belli bir kar payı karşılığı Ejderler’den sermaye istiyor. İşin en izlenir kısmı da Ejderler’in girişimcileri sorgulama kısmında başlıyor. Kesin yakında Türk versiyonu da çıkar. Koç, Sabancı ailelerinden dizerler 5 kişiyi. Güzel de olur aslında. Şurdan bir göz atın derim.

Size geliyor mu bilmiyorum ama bana Feysbukta durmadan kendisine hayran olmamı isteyen insanların talepleri geliyor. Hani “bana hayran olur musun?” komedisi bir yana; bu insanlar ayrıca kendi hayran sayfalarının da yöneticileri. Ben bunları ortaokulda lisede öğretmenlerin peşinden koşup “hocam 1 puanla teşekkürü / takdiri kaçırıyorum” diyip bi nevi kendisine teşekkür, takdir edilmesini isteyenlere benzetiyorum.

Twitter’a ya da bloga içinde “bok, göt” gibi kelimeler içeren şeyler yazdığım zaman gelen tepkiler var bi de ki onlara ayrıca hastayım. Meğer ne kadar da konuştuğuna dikkat eden bir toplumuz da biz benim haberim yok. Kaldı ki günlük hayatımda gerçekten de öyle küfür eden bi adam değilim. Ama göte göt, boka da bok derim yani ne var bunda. Hayatında hiç sıçmamış gibi davranan bu zatların da her esprili cümlenin sonuna Fırat ağzıyla “göt bok sıç dinimiz amin enneee eheh eheh” yazması da ayrı ironi ya neyse.

Hani bilgisayar/konsol oyunlarında kendiniz bir karakter yaratırsınız ve o karakteri yaratırken de gider acayip bir bıyık, uçuk renk bi saç, garip garip kıyafetler falan koyarsınız ya..hah işte alın size Hayko Cepkin’in yeni imajı :


Şebnem Ferah’ın albümü hani dinledikçe güzelleşecekti ? Kaç ay oldu dinliyorum hala tırt geliyor bana. Valla kimse kusura bakmasın ,ki bunu kendisini seven ve “Kadın” albümünün Türkiye’de yapılmış en iyi albümlerden biri olduğunu düşünen biri olarak diyorum, Şebnem Ferah bi git allahaşkına..
37 yaşında koskoca kadın oldun hala seni bi adam terkediyor sen de onun üzerine aynı lisesli kız ağıtlarını yakıp duruyorsun. Sana tapan kitle de ne yapsan beğeniyor. Nerde "Kadın", nerde "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum" nerde şu dandik şarkılar. Karşımda sen varmışsın gibi konuşmamın nedeni de az sonra blogu basacak olan hayranlarına seni tanıyormuşum da samimi bi eleştiriymiş gibi bunu sana söylüyormuş havası yaratmak ama; biliyorum ki az sonra gelip ağzıma sıççaklar.. Dur hemen Fırat gibi sevimli olayım. Ağzıma sıççaklarmış, bok yapcaklarmış enneee ehe eheh (bu ne lan)

Oscar ödül törenini ve filmleri izledim. Tören hakkında bir şey demeyeceğim de filmler hakkında bir yazı yazarım bir kaç güne. Ufak olarak bahsetmek gerekirse Sandra Bullock o dandik filmle o ödülü alıyorsa…Neyse yazıya saklayayım.

Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan (ki böyle bir bakanlık olması da ayrı komedi) Selma Aliye Kavaf’ın “Eşcinsellik bir hastalıktır ve tedavi edilmesi gerekir” lafını duymak beni pek şaşırtmadı açıkçası. Zira bu kafa yapısında olduklarını belli etmek için illa bu tip açıklamalar yapmalarına gerek yok. Ama sağolsun en azından açıksözlüymüş. Şimdi bu bakan hanım aileden sorumlu olduğu için bu açıklamayı duyan ve çocukları eşcinsel olan anne-babalardan çocuklarına nasıl davranmalarını bekliyor acaba ?  Geçekten merak ettiğim için soruyorum. Hani oğlu gay diyelim adamın, nasıl bir tedavi yöntemi uygulayacak çocuğuna ?

Selma Aliye Kavaf, Canan Arıtman, Meral Akşener … Meclisteki öne çıkan kadın vekiller bunlar. Şimdi bu kadınların erkek vekillerden farkı ne ? Bir de diyoruz ki kadın vekiller artsın. Ben tek fark olarak ayakta işeyemezler diye düşünüyorum. Selma’dan o konuda umutluyum gerçi.

Kaan Sezyum’un eşinin ardından yazdığı yazıyı mutlaka okuyun.

The Last Shadow Puppets - Standing Next To Me

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 18:27

18

Hani geçen hafta demiştim ya bazı gruplar şarkılar vardır; sanki kendiniz keşfetmişsiniz de popüler olup da orda burda rastlayınca içten içe fesatlık yapıp ihanete uğramış gibi hissedersiniz kendinizi. İşte bu haftanın şarkısında da yine o gruplardan biri olan The Last Shadow Puppets var.

Alex Turner ve Miles Kane ikilisinden oluşan grubun 2008'de çıkardıkları "The Age Of The Understatement" albümü benim için şimdiden efsane olmuş durumda. Nedenine gelince de daha önceki yazılarda da bahsettiğim üzere artık çoğu grup ve şarkıcı albümlerine hit olabilecek bir şarkı koyup geri kalanları da "dolduralım anasını satayım" gibi bir bakış açısıyla hazırlıyor.

Ama arada, daha önce haftanın şarkısı köşesinde bahsettiğim bazı gruplar ve şarkıcılar öyle albümler yapıyolar ki her şarkıları ayrı birer hit tadında oluyor. İşte The Last Shadow Puppets 'ın  The Age Of The Understatement albümü de her ne kadar Radyo Eksen tarafından insanlara gına getirecek kadar sömürülse de o gruplardan biri.

Seçtiğim şarkı ise her şarkısını ayrı sevdiğim albümün en öne çıkanlarından biri.

Standing Next To Me



Want her, have her
Two years have gone now
But I can't relate
To the never ending
Games that you play
As desire passes through
then you're open
To the truth
I hope you understand
And your love
Is standing next to me
Is standing next to me

The one you fell for
makes it seem juvenile
And you'll laugh
At yourself
Again and again
And we'll drink
To the thought
She'll remember you
Maybe tomorrow

And your love
Is standing next to me
Is standing next to me
And your love
Is standing next to me
Is standing next to me
Is standing next to me
Is standing next to me

Want her, have her
Two years have gone now
But I can't relate
To the never ending
Games that you play
As desire passes through
Then you're open
To the truth
I hope you understand

And your love
Is standing next to me
Is standing next to me
Is standing next to me
Is standing next to me

*Resmi siteleri : The Last Shadow Puppets

Paranormal Haftasonu Aktiviteleri

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 23:30

4

Bloga bi kaç yazı yazayım dedim bu haftasonu. Sabah da içimdeki Volkan Demirel sevgisini anlatan bi şeyler yazdım altta duruyor hala. Sonra Fener maçını izledim. Volkan'a 2 top geldi ikisini de kurtardı.

Başka bir yazı için oturdum sonra laptopun başına. Sonra internet bağlantısı gitti. Modemde sorun varmış. Geçici bir çözümle hallettik onu. Derken ben hiç dokunmadığım halde bilgisayarın ekranında sayılar belirmeye başladı. Ulan üçüncü türden yakınlaşmalara mi giriyorum derken sorunun klavyede olduğunu anladım. Ben yazmadığım halde hangi sayfayı açarsam açayım kendi kendine bir şeyler yazıyor klavye.

"E kısmet değilmiş yazmak" diyip dışarı çıkayım dedim. Çıkar çıkmaz üzerime üzerime yağmur yağmaya başladı. Normalde üşenir devam ederdim yoluma ama bu sefer ıslanmak istemedim ve eve dönüp şemsiyeyi alıp tekrar aşağı indim. Kapıyı açıp dışarı çıkar çıkmaz bir baktım en ufak bi çiseleme dahi yok. Yine üşenmeyip şemsiyeyi bırakıp bu sefer kapşonlu bir şeyler giyerek aşağı indim. Sadece 5 dakika sonra tekrar yağmur yağmaya başladı üzerime. "Truman Show mu lan bu" diye düşünürken bu yağmur ve bu kötü havada ne amaçla son ses müzikle ordan geçtiklerini bir türlü anlamadığım ve plakalarından Avrupa'da yaşadıkları sonucunu çıkardığım iki adet Cankan tarafından üzerime büyük bir kütle su sıçratıldı.

Lanet olsun diyerek, biraz da olabilecek başka şeylerden tırsarak eve döndüm. Bilgisayarı "belki geçmiştir" diye Türk genlerime borçlu olduğum bir umutla açtım. Ama aynı sorunun devam ettiğini gördüm. Güç bela girdiğim maillerimde Volkan ile ilgili yazdığım yazı nedeniyle gelen küfürleri okuyup bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Bu olanları da arkadaşımdan ödünç aldığım usb klavye ile yazıyorum ve ben bunları yazarken yan penceredeki boşluğa bilgisayarım sayılar yazmaya devam ediyor.

Bu yazıyı "neden kişisel bir şeyler yazmıyorsun, ne bileyim hayatından falan bahsetsene biraz" diyen arkadaşlara ithaf ediyorum.

Bu arada Volkan çok iyi kaleci.

42424242424242424242424422442424242424242424244242
17777777777777777777777777777777777777
464646464644646464664646464464664646464646464

Volkan Yapma!!!

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 17:22

21

Fenerbahçe'nin ve Milli Takım'ın kalecisi Volkan Demirel demiş ki :

''Hedefler bitmez. İnsanın çıtası yüksek. Yapacak çok şeyim var. 28 yaşımdayım, kaleciliğin çıkış noktasındayım. Verimli olmam lazım. Ortalama olarak iyi sezon geçirdim. Fenerbahçe kalesini koruyorum. Adımdan söz ettireceğim. Bana göre zaten dünyanın en iyi 10 kalecisi içindeyim, ama hedefim en iyi 3-5 arasına girmek.''


Yakından takip edenler Fenerbahçeli olduğumu ve Volkan hakkındaki düşüncelerimi bilir. Zira kendisi tuttuğum takımın futbolcusu olmasına rağmen şu dünyada C.Ronaldo ile beraber en nefret ettiğim futbolcular sıralamasında zirveye oynar. Hadi Ronaldo'nun yetenekleri, sahada yaptıklarından dolayı gıcıklığının bir çekilirliği vardır yine de.

Ama ya Volkan ?

Bakın çok açık konuşuyorum Volkan Demirel; Galatasaraylı Hayrettin ve Kova Yaşar da dahil tüm zamanların gelmiş en kötü kalecisidir. Kimse de çıkıp "yapma be hocam ne yaptın Volkan gibi kaleci mi var dünyada" demesin. Gerçi haklısınız cidden. Volkan gibi kaleci hakikaten yok dünyada. Hiç bir kaleci onun yaptığı gibi kalesinde bu kadar güven vemeden bu kadar önemli yerlere gelemez.

Her iki maçtan birinde mutlaka kırmızı kartlık hareketlere imza atan, yenmeyecek her golü yiyen, rakiplere, hakeme her türlü çirkefliği yapan, kasılmaktan ve poz vermekten koca götünü kaldırıp da topa çıkamayan, her golden sonra sanki kendi hatası değilmiş gibi savunmaya posta koyan, maç sonrası iki kelimeyi bir araya getirip konuşmayı beceremeyen, taraftara saldıran hatta döven, eleştirilince bu sefer de eleştirenlere sallayan ve tüm bunları yaptıktan sonra da çıkıp "ben dünyanın en iyi 10 kalecisinden biriyim" diyecek kadar da yüzsüzlüğe imza atan bir adam Volkan Demirel.

Buffon

Casillas

Cech

Van Der Sar

Julio Cesar 

Reina

Given

Freidel

Palop

Asenjo

İlk aklıma gelenler bunlar. Şimdi, Volkan bu yukarıdaki kaleciler kadar iyi olduğunu iddia ediyor. Nedir bu kadar fiyaskoya rağmen bu Saraykızı Özgüveni anlayamıyorum.

Bana göre Volkan Demirel değil dünyanın en iyi 10 kalecisinden biri Türkiye’nin bile en iyi kalecisi değil. Hala Rüştü’nün en iyi Türk kaleci olduğunu düşünüyorum. Ondan sonra da Sinan Bolat gelir. Ama bizde bazı adamlar var, ki bunlar her alanda demirbaş, hiç haketmedikleri halde bazı mevkilere geliyor ve kendilerini dünyanın hakimi sanıyorlar. İşte Volkan da onlardan biri.

Fenerbahçe özelinde değerlendirmek gerekirse de Schumacher’i, Engin’i, Rüştü’yü görmüş; Enke gibi üst düzey bir kaleciye 1 maç bile tahammül edememiş bir kitlenin Volkan gibi bir orangutana bu kadar tahammül etmesi yetmiyormuş gibi bir de böylesine götünü kaldırmasına anlam veremiyorum.

Gerçi artık alkışlanacak tek oyuncunun Emre Belözoğlu olduğu bir Fenerbahçe’den bahsediyoruz.

Beirut - Elephant Gun

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 18:16

14

Ben ve benim gibi tiplerin garipliklerinden biri de çok bilinmeyen şarkıları, filmleri sahiplenip; popüler olduklarında da sanki grubu biz keşfetmişiz de meşhur olunca bizi arayıp sormamışlar gibi bir ruh hali içine girmemiz. Orda burda şarkılarını duyunca "vay be zamanında herkese yollardım şarkınızı şimdi popüler oldunuz tabi" gibi iç sesler duyar mısınız bilmiyorum ama bende bu salakça durum fazlasıyla oluyor.

İşte Beirut da 3-4 yıl önce keşfettiğim(inşaatta şarkı söylerlerken ordan geçiyordum) daha sonra iyice popülerleşen ve şimdilerde herkesin profillerinde favori müzik bölümünü süsleyen olmazsa olmaz gruplardan biri. 

1986 doğumlu Zach Condon'un kurucusu olduğu grup bildiğiniz Balkan müziğinden esintiler taşıyor. Elin 86'lı Amerikalı oğlanı dünyanın öbür ucundan bizim parçası olduğumuz Balkanlar'dan böyle güzel beslenip harika şarkılar çıkarıyor biz de eblek eblek "vay be helal olsun çocuğa" diyor hala Demet Akalın, Serdar Ortaç'ı liste başı yapıyoruz anasını satayım.

Tamam mesaj vermiyorum artık. Zaten ben de sıkıldım bu halimden.

Beirut'dan seçtiğim şarkıysa Postcard From Italy ile beraber en sevdiğim şarkıları olan ve klibine ayrıca bayıldığım :

Elephant Gun




If I was young, I'd flee this town
I'd bury my dreams underground
As did I, we drink to die, we drink tonight

Far from home, elephant gun
Let's take them down one by one
We'll lay it down, it's not been found, it's not around

Let the seasons begin - it rolls right on
Let the seasons begin - take the big game down

Let the seasons begin - it rolls right on
Let the seasons begin - take the big game down

And it rips through the silence of our camp at night
And it rips through the night

And it rips through the silence of our camp at night
And it rips through the silence, all that is left is all that I hide 


* Resmi siteleri : BeirutBand.com 

Kısa Kısa 5

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 20:31

8

John Terry'nin futbolculuğuna hayran olan ve 2008'de Manchester'a kaybettikleri dramatik Şampiyonlar Ligi Finali'ndeki şanssızlığına en çok üzülenlerden biri olarak eski takım arkadaşı Wayne Bridge'in arkasından çevirdiği işler ayyuka çıktıktan sonra pek çok insan gibi ben de kendisine sinir olmuştum. Chelsea - Manchester City maçını da sırf şu tokalaşma anı için bekliyordum ki beklediğim de tam anlamıyla gerçekleşti. Bridge, sevgilisini hamile bırakıp bir de gizlice kürtaj yaptırtan Terry'nin elini havada bıraktı.
"Bu olay bizde olsa Terry sahaya bile çıkamazdı bize ters böyle şeyler" diyenler var bu konuyla ilgili. Valla bizde arkadaşının sevgilisine, karısına bir şey yapmadığı halde direk karısına, sevgilisine küfredilen futbolcular mevcut. Böyle bi olay olsa da muhtemelen olayı gerçekleştiren takımın taraftarları boynuzlanan oyuncunun takımı için "biz sizin karınızı böyle..." şeklinde sloganlar hazırlardı diye tahmin ediyorum. 

Yılmaz Erdoğan garip bir adam. Bir Demet Tiyatro gibi efsane bir diziye, Otogargara, Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü? gibi kaliteli tiyatro oyunlarına imza attıktan sonra saçmasapan skeçleri alkışlatıp, 10 yaşında çocuklara "ne anladın bundan, anafikri de bakayım, senin adın kesin Hilmi" gibi cümleler sarfeden abuk sabuk bir adama dönüşmüştü benim gözümde. Bu önyargılar içinde Neşeli Hayat'ı izledim ve gerçekten şaşırdım. Özellikle oyunculuk açısından Erdoğan'ın en iyi filmi diyebilirim. Sadece çok başarılı olduğu şivesi ile değil; Rıza Şenyurt'u içinde bulunduğu tüm çıkmazları ve saflığı ile çok ama çok başarılı bir şekilde perdeye yansıtmış kendisi. Açıkçası karaktere konsante olmaktan filmi izleyemedim diyebilirim. Bu arada filmin gizli yıldızı da Cezmi Baskın'dır.

Hani şu olaydan bahsedip durmayayım da istediğini vermeyeyim diyorum şu malum kişiye de yazılarımı çalıp kendi yazıları gibi yayınlaması ve bir de bana hakaret etmesi yetmezmiş gibi bu sefer de mail atıp "gel seninle röportaj yapalım, hem senin blogda yayınlansın hem de bizim blogda yayınlayalım da işi tatlıya bağlayalım" diye mail atmasından sonra artık yüzsüzlük kelimesinin tanımı bambaşka bir hal aldı benim lügatımda.

Twitter'a yazdım buraya da yazayım : Manga, Anadolu Lisesi'nin yıl sonu eğlencesinde İngilizce şarkı söyleyip gençleri coştururken öğretmenlerin de kasıla kasıla "bakın nasıl öğretmişiz" diye övündüğü okulun gururu müzik grubu gibi olmuş. TRT'nin getirdiği seyirciler de adeta veli havasındaydı zaten. Şarkı içinse kısaca " bu ne la" diyorum.

Cartel'den Kabus Kerim'i bilirsiniz. Hani Karakan'ın "tatlı rüya değil kabus derler bana" diyen Sapık Manisalısı. İşte o Kabus Kerim  Mixcloud adlı sitede harika mikslere imza atıyor. Favori üçlümü dinlemenizi tavsiye ederim :
 




Flying Dutchman, blog dünyası için efsane olabilecek bir incelemeye daha imza atmış. Top 10 serisinde bu sefer blog yazarlarını incelemiş ve bendeniz de dahil olmak üzere çok kişinin canını yakmış. Bu harika incelemeyi şu linkten okuyabilirsiniz. Ayrıca, keşke tüm blog yazarları Dutchman kadar objektif olabilse kimbilir neler olur memlekette....

"Eyyvah Eyvah" dururken eğlenmek için ayırdığı 10 Lirasını sadece osuruk izlemeye harcayıp bir de rekor üstüne rekor kırdırtan sinema izleyicisinin zevkine tükürem be ya!!! (Bakın zevkleri tartışmadım, tükürdüm)

Evde yalnızken osurduğunuzda hiç bir şey olmaz. Osururken kendinizi vidoya çekerseniz Beyaz Şov'a çıkarsınız. Osuruğu uzatır filmini çekerseniz de Recep İvedik olur parayı vurursunuz.

Twitter'a "Ateistlerin en çok kullandıkları lafların hacı, eyvallah, hafız olması da yaman tezattır" yazdım; 5 dakika içinde "başbakan yalakası" ilan edenler çıktı beni. Ama hemen Tayyip'e laf sokup önce Atatürkçü oldum; sonra da evdeki siyah yastık kılıfını yırtıp Cumhuriyet'e sahip çıktım. (çarşaf yoktu ne yapayım)

"Türkiye'de kimse bulunduğu yeri haketmiyor" lafını kabul etmiyorum. Hele bu laf siyasi liderlerimiz için söylenmişse kesinlikle kabul etmiyorum. Zira hepsi de temsil ettikleri kitlelerin harika birer yansıması.(çok fena ironi yaptım parantez içinde de belirteyim de iyice vurgulansın)

Yandaş Medyamız, canımız ciğerimiz, muhalefetin de geyiğin de piri Sezyum.Com'un patronu Kaan Sezyum'un eşi Nursel Sezgin malesef vefat etti. İnsan Her Boku Bilen Adam bile olsa böyle durumlarda ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyor. Biz istediğimiz kadar sabır dileyelim, atlatmasını umalım; bu dilekler sadece lafta kalacak. Böyle durumlarda deyim, atasözü kullanmak en kaçar yol gibi duruyor belki ama gerçekten de ateş sadece düştüğü yeri yakıyor. Nursel Sezgin'i rahmetle anıp, Kaan Sezyum'a da başsağlığı dilemekten başka çaremiz yok şu durumda.

Bir vefat haberi de Lambuja'nın sahibi Alper Öcal'dan geldi. Kuzenlerini kaybetmiş kendisi ve bloga da ara vermiş doğal olarak. Ona da ayrıca başsağlığı diliyorum.

Hangi Bildiğim ?

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 02:45

8

Efendim geçtiğimiz ay bildiğiniz gibi Barbarossa Blog ile bir röportaj gerçekleştirmiştik. O röportajdan bir kaç gün sonra Madam Brownie adlı online kadın dergisi ekibinden de bir mail geldi.

Her ay bir blogger ile röportaj gerçekleştirmek istiyorlarmış ve benimle başlamak istemişler. Ben de cool çizgimi bozmamak adına önce "acandama bakıp size haber veririm" yazıp yolladıktan 15 dakika sonra "ajanda yerine acanda yazmışım, bunu kimseye söylemeyin hemen bugün gerçekleştirelim röpü" diyerek serinin ilk konuğu oldum.


Açıkçası bu röportaj yapılan insan olma duygusu "vay be bana bak" gibi salakça bir hazzı içermesinin yanında gerçekten de eğlenceli bir aktivite. Dışardan bakanlar için "sen kimsin de röportaj yapılıyor la senle ?" gibi baltalayıcı bir yaklaşım potansiyeli de olsa "ulan bu memlekette kimlerle röportaj yapılıyor ne sorular soruluyor" gibi leventkırcavari bir toplumsal mesajla da sizi Madam Brownie ile yaptığımız röportaja doğru göndereyim.

Daha önceki röportajda ve başka yerlerde söylediğim şeyleri bulup "ee aynı şeyleri söylemişsin" diyebilirsiniz ama "aynı şeyleri sordular ne yapayım" diyerek savuştururum sizi.

The Submarines - Brighter Discontent

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:04

5

Bir süredir yoktum malumunuz. Özel işler, özel sebepler falan filan. Araya bir şeyler girdi özetle buraya da bakamadım işte.

Dönüşü de yine bir haftanın şarkısı ile yapayım diye de bekledim iki gündür.

Efendim bu haftaki şarkı bu aralar içinde bulunduğum ruh halini en iyi anlatan The Submarines grubundan Brighter Discontent


Bundan sanırım 2-3 yıl önce; o zamanlar böyle bilgisayardan dizi izlemek denen şey yaygınlaşmamışken her hafta heyecanla takip ettiğim Nip/Tuck dizisinde rastladığım bir şarkı. Hatta karakterlerin dizinin içinde playback yaparak şarkıya eşlik etmesi normalde pek eğreti dururken bu sahnede adeta cuk oturmuş, şarkıyı ve grubu fellik fellik aramama sebep olmuştu.

Şarkının bir klibi yok. Direkt olarak dizideki sahneyi koyuyorum.




Got a brand new roof above my head
All the empty boxes thrown away
I rearranged the place
A hundred times today
But the ordering of objects
Couldn’t hide what’s missing

All these things should make me happy
Make me happy to be home again
All these things should make me happy
Make me happy to be alone again

Got myself a bottle of red wine
Got a night of nothing else to do
I think I might know
What I really want
But is a brighter discontent
The best that I could hope to find?

Got a big black television set
Now I can watch just what I want
But I’m here staring up
At pictures on the wall
And where are you,
You’re still stuck inside them all

All these things should make me happy
Make me happy to be home again
All these things should make me happy
Make me happy to be alone again

But love is not these belongings
That surround me
Though there’s meaning
In the memories they hold
A breaking heart in an empty apartment
Was the loudest sound I never heard

Got a desk I’ll write myself a note
Pretending that it came from you
On hotel stationary
From the time we first met
Whatever I can do cause
I won’t throw my hands up yet

All these things should make me happy
Make me happy to be home again
All these things should make me happy
Make me happy to be alone again

But love is not these belongings
That surround you
Though there’s meaning
In the memories they hold
A breaking heart in an empty apartment
Was the loudest sound I never heard

Well I’ll be fine if
I dont look around me now
Too much for what’s gone
If only I can wait here just a little while
And let time pass in my room