Yazıg!

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 19:20

11

17 Nisan 1993 sabah saat 09:00

Ben o zaman anneannemlerle birlikte yaşıyorum. Nedenini sormayın, uzun hikaye. Kardeşimi ise sabahları annem getirip bize bırakıyor.

Bir cumartesi sabahı o sabah ve kardeşimle erkenden kalkmış önce çizgi filmleri seyrediyor ardından da bahçeli evdeki ağaçlardan birine amaçsız bir şekilde çıkmaya çalışıyoruz. Derken dedem evden mandalin bahçesini sulamak için çıkıyor ve yanımızdan geçiyor. Ben hemen sabah haberlerinde çizgi filmleri kesip verdikleri flaş haberi dedeme yetiştiriyorum acar muhabir edasıyla :

Dede, Özal'ı hastaneye kaldırmışlar.

Dedemin cevap net : 

Gebersin pezevenk!

Ben aslında tahmin ettiğim cevabı duyduğum için sırıtıyorum. Sonra eve dönüyoruz kardeşimle. Televizyonu açıyoruz yine. Tüm kanallarda aynı haber : Özal hayatını kaybetti. 

Ben önce şok oluyorum sonra da "Dedem duymaz da ilk ben haber veririm umarım" diye geçiriyorum içimden. Niyeyse çocukken böyle bir flaş haber verme isteği vardı bende.
Neyse dedem geliyor öğlen. İçeri girer girmez hemen atlıyorum :

Dede, Özal ölmüş!

Dedem önce bir duraksıyor, sonra hüzün çöken bir ifadeyle şöyle diyor :

Yapma bee...Gençti la yazıg olmuş..

Barbra Streisand

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 22:27

6

Valla bu haftaki "Haftanın Şarkısı" için öyle uzun uzun bir şeyler yazasım yok. Kafanız bozuksa, kendinizi kötü hissediyorsanız, kronik bir depresyon haliniz varsa açın şu klibi izleyin efendim. Her derde deva..



Sözlerini de yazayım :

Woowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoow
Oowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowoowo
Owoowoowoowoowoo

Barbra Streisand!

Şaka len şaka bunun sözü mü olur. Herifler vuuu vuuuu üstüne Barbra Streisand diyor işte. Ama ne eğleniyorsun şarkıyı dinlerken. 
 
Doğru mu? 
 
Ahhh sivirim bin sizi....  

Biz Sevmek Seni

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 23:42

7

Biz bu adamı sadece her maç asist yapması, goller atması, istatistikleri alt üst etmesi yüzünden değil; geceye damga vurduğu, hat-trick yaptığı bir derbi maçının akşamında, bizim bile aklımızda değilken, şu cümleyi yazabildiği için bu kadar çok seviyoruz.

Kısa Kısa 12

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 01:13

8

Tecavüz eden kadar dekolte giyenin de suçu olduğunu belirten bir açıklama yaptı İlahiyat Profesörü Orhan Çeker malumunuz. Sonunda da kıyamet koptu tabi. Ama bunda koparılacak bir kıyamet göremiyorum ben şahsen. Eşeğe bile tecavüz edilmesinin espri konusu olduğu, "Fatmagül'ün Suçu Ne?" geyiklerinin(!) aylarca yüzleri güldürdüğü, Barış Gelini'nin beyaz gelinliğinin kana bulandığı, futbolda bile alınan galibiyetlerin "Tecavüz" diye kutlandığı yerde bu dekolte açıklamasının bu kadar tepki alması idi beni asıl şaşırtan. Şaşırdığımız kadar samimi miyiz acaba? 

***

Diana Taurasi rezaletine sadece Fenerbahçeliler değil "Ben sporseverim" diyebilen herkes tepki vermeli üzerindeki formayı çıkarıp. Sadece Fenerbahçe'nin olası bir Avrupa şampiyonluğu değil aynı zamanda gelmiş geçmiş en büyük kadın basketbolculardan birinin kariyeri tehlikeye atılmıştır bu skandalla. Kaldı ki bu akşam Orhan Şam da aklandı ve bu rezaletin sadece Taurasi ile kalmadığı ortada.

Olayın ne olduğunu bilmeyenler Papazın Çayırı Blogu'ndaki şu yazıya göz atabilirler.

***

Fenerbahçe'nin kadın voleybol maçını izliyorsun diyelim; ya da erkek basket takımı zorlu bir deplasmanda destansı bir galibiyet almış, sen de buna sevindiğini belirten bir şey yazıyorsun. Sen bunu yazınca "İnönü'de koyacaz size, Young Boys nasıl koydu size, 2-2 mi 2-2 mi ehehehe" yazan insanlar var ciddi ciddi. Ha bu modellerin "6-0 koyduk 6 tane 6 muahahah" diyen modelleri de bizim tarafta mevcut. Yani gerçekten de bu nasıl bir kafa, bu nasıl bir taraftarlık anlayışı ben kavrayamıyorum.

***

Karşıtı olduğun birini, bir tarafı, görüşü eleştirince kendi tarafından da bir şeyleri örnek vermek zorunda olmaktan nefret ediyorum. Ama malesef bizde böyle bir durum var ve bu refleksimiz olmuş. Mesela ben Quaresma'nın tekmesini eleştireceksem cümleme mutlaka Emre Belözoğlu'nun da ne kadar çirkef bir adam olduğunu söyleyerek başlamak; Ankara'yı eleştireceksem "İzmir'de de şunlar var" diye hemen araya sıkıştırmak zorundayım. Yoksa samimiyetim sorgulanır, yoksa o eleştirdiğim şeyi eleştirme hakkını bulamam. Yani illa önce "ne ayak" olduğumu belirtmem lazım.

***
Papağan Reyiz ve Baykuş Reyiz flashları her derde deva. Tavsiye ediyorum.

***

Geçen cuma akşamı eve giderken sokağın başında toplanmış bir grup ergen tarafından yumurtalı saldırıya uğradım. Yumurtayı atıp kahkahalar eşliğinde kaçtılar. "Ne oluyor lan" diye bağırsam da pek bi işe yaramadı bu serzeniş. Zaten korumalarım da izindeydi o gün. Bu arada kendimi çok önemli hissettim. Ayrıca Egemen Bağış ve Burhan Kuzu'ya da aşk olsun. O kadar da kötü bir şey değilmiş.

***


Behzat Ç. Türk televizyonlarının gördüğü gelmiş geçmiş en muazzam antikahraman, dizi ise sadece son yıllarda değil tüm zamanlarda yapılmış en iyi 4-5 diziden biridir bana göre. Önyargıyla yaklaşıp 3 haftada tüm bölümlerini izlemiş biri olarak söylüyorum bunu. Kitabını okumadığım yazarlardan biriydi Emrah Serbes. Dizisi böyleyse kitapları nasıldır bu hikayenin diyerek okumaya başlıyorum onları da.

***
Gerrain , 5posta , Ogamiitto , Delininbiri  Arthur Cravan , Siminya , Cheja , PVH , Immanuel Tolstoyevski , Aethewulf , Ankaragazozu bir araya gelmiş ve Zararlı Cemiyet adında bir blog kurmuşlar efendim. Kadro süper, yazılar daha süper. Tavsiyem mutlaka bir göz atmanız. Link burada.

***
 
Kendisine inanmamayı bırak; taşlayanlara bile dokunmayan bir peygamberin dininden olduğunu söyleyenler sünnet diye sakal bırakacaklarına önce bu hoşgörüyü hatmetsinler. Yüzdeki kılı değil, kalbin içindekini örnek alsınlar.

Anneme Funk

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 02:04

9

Yeri gelince söylemekten bıkmadığım bir cümlem var : Bizim zamanımızda Almanya'dan Ünlü gelirdi, Cartel gelirdi; şimdi İsmail YK geliyor, Cankan geliyor.

İşte o Cartel'in yeniden bir araya gelme haberlerini bir kaç ay önce duydum ilk olarak. Aslında daha önce de çıkmıştı benzer haberler; hatta Rock'n Coke'da tam kadro olmasa da sahne almıştı bir kaç elemanı.

Sonra bu haber ciddi ciddi dile getirilmeye başlandı. Bir Cartel hayranı olarak cidden heyecanlandım. Yıllar sonra Karakan, Erci-E ve Cinayi Şebeke buluşup dolaşırız biz her gece
Çünkü Cartel uyumaz
Hiç bir şeyden korkmaz
Kan kardeşler hic bir zaman ayrilmaz maz......

Evet kendimi tutamayıp şarkıya girdim birden. Ama soruyorum size; hanginiz 1995'den günümüze kadar olan süreçte Cartel'in melodisini duyduğu an o anki ruh halinden sıyrılıp da kendinini birden ellerini iki yana sallayıp "Kaç kere söyledik biz çocuk sana?" diye tempo tutarken bulmadı ki?

İşte öyle bir yer etmiş Cartel bizim dimağlarımızda.

Bu adamlar 1995'de böyle şarkılar yaptılarsa şimdi neler yaparlar diye umutlandım ne yalan söyleyeyim tekrar birleşme haberleri çıkınca. Sonra kadronun aslında tam anlamıyla tamamlanmadığı haberi geldi. Kabus Kerim yoktu ekipte. O an bir şüphe yer etti içimde. Malum, Kabus Kerim ile Alper Ağa yolları ayırmış, Kabus'suz Alper Ağa, Karakan'ın harikalarından "Evdeki Ses"i Manga ile beraber malesef  hiç etmişti geçen yaz.

Acaba ikinci bir Evdeki Ses faciası yaşanır mı derken geçtiğimiz hafta Cartel'in yeni çalışmasını dinledim. Keşke hiç dinlemez, o klibi izlemez olaydım.

Michael Jordan'ın basketbola uzun bir aradan sonra Washington Wizards formasıyla döndüğü dönemde oynadığı bir Indiana maçı vardı. Maçı sadece 6 sayıyla tamamlamıştı Majesteleri. O maç geldi aklıma şu klibi  izleyince.

Cartel'de bunlar olurken; yoluna tek başına devam eden Kabus Kerim ise 95'de takılı kalmamıştı. Geçtiğimiz aylarda katıldığı Disko Kralı programında geçen sene yaptığı muhteşem miks "Anneme Funk"ı şöyle anlatıyordu Sapık Manisalı :



İşte neredeyse bir yıldır sürekli dinlediğim ve bu haftanın şarkısı olarak seçtiğim :

Anneme Funk



Aslında bu "Anneme Funk"ın sadece bir kısmı. Uzun versiyonunu yan tarafta gördüğünüz aparattan ya da şu linke tıklayarak dinleyebilirsiniz. Ben aşağı yukarı 1 yıldır bıkmadan usanmadan dinliyorum bu miksi. Sadece bu miks de değil; Kabus Kerim'in Mixcloud sayfasında yaptığı diğer miksleri de tavsiye ediyorum sizlere. Hepsi de şifa niyetine dinlenmesi gereken çalışmalar.

Bu arada Cartel'in yeni oluşumunda neden yer almadığını da şöyle açıklamış Kabus Kerim :

2006 yılında, uzun bir aradan sonra, eski kadroyla buluştuk ve görüştük, eskileri konuştuk, yeni bir albüm yapılabilir mi? „Yapar mıyız?“ diye lafı geçti…İlk başta hep bir ağızdan „yapalım“ dedik ve ben yine ilk Cartel ve Karakan’da olduğu gibi koşturmaya başladım…Fikirler üretildi vs vs ve sonra baktım ki o eski ruhu yakalayamadım, o saflık ve o içtenliği göremedim! Yılların geçmesi ve herkesin kendine has yaşanmışlıkları kişileri çok farklı bakış açılarına yöneltmiş…Eski misyon ve ruhu göremeyince „Ben yeni Cartel´de yokum“ dedim…Çünkü işin tamamen profesyonelliğe ve ticarete döküldüğünü gördüm…Bu benim, HipHop kültürünü halen yaşamama,devam edişime ve ideallerime de bağlı…Ve o misyonu halen içimde taşıyorum…Bu benim ticari işler yapmayacağım anlamına gelmez ve bu sebebten dolayı kimseyi kınamıyorum da, ne haddime…Ama ticari yapılsa bile, bir mazi var ona bakarak yapılması gerekir diye düşünüyorum…Bir müzikal devrim (bilinçli ya da bilinçsiz – iyi yada kötü,) yapmış, efsane ünvanına ulaşmış, Türk müzik tarihine altın kalemle ismini kazıtmış bir topluluk olarak, atılan her adımın daha dikkate alınması gerekir diye düşünüyorum! Bütün bir jenerasyonu etkilemişsek, bunlar göz önünde tutulmalı… Geçmişe baktığımda yaptığım işlerin hep arkasında durabildim fakat bu “Yeni Cartel”in hem ruhani hem de sanatsal olarak arkasında duramayacağımı anladım…

Cartel, Karakan ve Ses gruplarının benim sanat hayatımda birer dönem olduğunun farkına vardım ve sözlerimde de söylediğim gibi “eskiden yeniye, daima ileriye” kafiyelerini benimsemiş ve içten yaşayarak yoluma devam etmeye karar verdim…

Eski Cartel sever ve dinleyenlerin de bu tutumuma saygı ile yaklasacağına canı gönülden inanıyorum…


Böyle bir adam işte Kabus Kerim.

Ve ben böyle adamları gerçekten çok seviyorum.

Peace!

*Kendisinin Twitter'ı için buna, Facebook sayfası için buna, Mixcloud sayfasında yaptığı diğer harika çalışmaları içinse buna tıklayın. Bu da Tumblr sayfası.

Dizüstü Edebiyat Olayı

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:21

79

Efendim malumunuz bundan epeyce bir süre önce "Dizüstü Edebiyat" adlı bir seri oluşturduğumuzu, bu seride blog yazarlarının kitaplarının yayınlanacağını ve serinin kitaplarından birinin de benim kitabım olacağını duyurmuştum bu blogda.

Zaten artık çoğunuz da biliyorsunuz hikayenin geri kalan kısmını.

Konuya aşina olmayanlar da şu linkten tekrar okuyabilir.

Her şeyden önce sadece kitaplarımızın çıkacak olması değil; olayın çıkış noktası ve bakış açısı idi beni o dönem etkileyen. Çünkü sadece bizimle kalmayacak, bir seri halinde blog ve internet aleminin öne çıkan özgün isimlerinin kitapları yayınlanacaktı. Yani bir hayalimin gerçekleşecek olması yetmiyormuş gibi bir de beğenerek okuduğum, güldüğüm, yazılarını okuduktan sonra "helal olsun" dediğim insanların kitaplarını okuyacak olmak ve bu oluşumun temel taşını oluşturan iki kişiden biri olmak çok heyecanlandırmıştı beni.
Pucca'nın çıkışı ile öyle de başladı bu seri.

Pucca'nın çıkışından sonra da olumlu olumsuz pek çok görüş aldı bu oluşum. Hep söylüyorum beğenirsiniz ya da tiksinirsiniz orası beni ilgilendirmez ama Pucca'nın çıkışı, büyük bir çıkış oldu ve hem Dizüstü Edebiyat hem de blog dünyası bir ilgi odağı oldu.

Hatta yüz yüze görüşme şansını yakaladığım bana göre en önemli blog yazarlarından olan Borges'le sohbetimiz esnasında hiç tarzı olmamasına rağmen Pucca'nın kitabından 5 tane aldığını ve okumayacak olsa bile sırf bloglar adına çok önemli bir gelişme olduğu için destek verdiğini söylemişti ve ben gerçekten de güzel bir yolda olduğumuzu düşünmüştüm.

Bu şevkle ben de giriştim kitap yazma işine ama kitap yazma cümlesi çok ağır geldi sanırım bana. Ortaya çıkardığım şeye bir kitap diyemedim açıkçası. Okuduğum zaman bana uzun bir blog yazısı gibi geldi. "Kitap" başka bir şey olmalıydı sanki; bu değil.

Benim çocukluktan beri hayalini kurduğum "şey"in bu olmadığına karar verdim ve "başka bir şey yazmak istiyorum" dedim. Sağolsun ekip de anlayış gösterdi ve kendi yazdığım "şey"i yok edip içime sinen "şey"i yazma şansını verdiler.

Sonra başladım ona.

"Kitap ne hakkında, ne zaman çıkıyor?" sorusuna cevap veremez oldum bu sefer. Çünkü gerçekten ne hakkında olduğunu anlatamıyordum. "Valla kitap şunu anlatıyor diyemem o yüzden kitabını yazıyorum" dedim çünkü gerçekten de öyleydi. Daha önce yazdığım şeyi anında 4-5 cümle ile özetleyebilirken bu "şey"i anlatamıyordum.

Ve bu benim çok hoşuma gitmeye başlamıştı.

Sanırım çok sevdiğim eserlerden olan "Decameron" gibisinden bi şey çıkaracaktım ortaya. Tabi ki ne haddime bir Decameron yazmak ama ona benziyordu biraz tarz olarak ve yazmaya başladığım anda bi öncekine oranla çok daha iyi hissetmeye başladım kendimi.

Sonra özel hayatımla ilgili değişimler yaşadım.

Ben bu değişimleri yaşarken doğal olarak o kendimi iyi hissettiğim şeyin ortaya çıkışı da gecikti. Yarısına bile gelememiştim kafamdaki şeyin ama kafamdaydı hep ve biliyordum ki o hengameyi atlattığımda ortaya çıkacaktı içime sinen benim Decameron'um.

Ben bu dönemi yaşarken Dizüstü Edebiyat da beni beklemiyordu tabi ki. Yeni kitaplar çıkıyor, beğenen, beğenmeyen, seven, eleştiren pek çok yorum dolanıyordu ortalıklarda. Ben bu süreçte başlarda hararetli bir savunucusu olsam da sonrasında kendimi çekme gereği hissettim. Bunun da pek çok nedeni vardı.
Nedenlerden en önemlisi ise bu serinin çıkış noktalarından en önemlisinin ihmal edilişi oldu. Neydi o?

Onların niyetleri yazar olmak değildi
Onların niyetleri ünlü olmak değildi
intikam için
içlerini boşaltmak için
Sevgili bulmak için
“ekmek” çıkarmak için
küfretmek için
itiraf etmek için
söyleyemediklerini söyleyebilmek için
Anlaşılmak için
Öfkelerini kusmak için yazdılar


Evet biz, yani bu oluşumu oluşturan insanlar, bu nedenlerden dolayı ordaydık.


Yani biz yazar değildik, rockstar değildik, biz fenomen, celebrity vs. vs değildik. Biz sadece samimiydik.


Ama bir baktık ki en ufak eleştiriye bile "kıskanmayın" diyen, kitabını beğenmeyene küfür bile edebilen, oraya buraya saldıran insanlar olmuşuz.


Burda "şu şunu yaptı, bu bunu yaptı" değil bizzat "Biz" diyorum dikkat ettiyseniz; çünkü bu oluşumda bu geceye kadar benim de adım geçiyordu ve yapılanlar beni de kapsar.


Türlü entrikalar, bir diğerinin kitabı için karalamalar, çekememizlikler falan filan derken, ben kendi yazdığım "şey" den iyice soğur oldum.

Bu akşamdan itibaren de artık ne o "şey"i bitirmek ne de bu oluşuma dahil olmak bana bir haz vermiyor.

Ben en başından beri sadece içimdekileri dökmek istedim. Bazen saçmaladım, bazen zırvaladım, salak saçma yazılar yazdım, her şeyi eleştirir oldum, aksi oldum, yeri geldi hakikaten benim bile okuduktan sonra "Güzel yazmışım" dediğim yazılar çıktı. Hepsinin tek ortak noktası ise o an içimde ne varsa onları paylaşıyor oluşumdu.

Ben bu sayfada blog yazmaktan zevk alıyorum.


Ben Twitterda o an aklıma gelen şeyleri kısa cümleler olarak yazmaktan zevk alıyorum,


Ben Facebook'da sevdiğim şarkıları, videoları paylaşmaktan, başkalarının gönderdiklerinin altına saçmasalak şeyler yazmaktan zevk alıyorum,

Ben bu kendimi çok mutlu hissettiğim, insanların beni cidden anlayabildiğini hissettiğim yerde stres yaşamak istemiyorum. Yaşayacağım stresi de kontrolüm altında tutmak istiyorum en azından.


O yüzden artık bir kitabım olsun da istemiyorum.


Entrika sevmiyorum, kuyu kazma sevmiyorum, dedikodu sevmiyorum, "şu senin için şöyle diyor, sen şuna şunu demişsin" cümlelerini sevmiyorum.


Benim amacım en başından beri kitap çıkarmak, gazeteye yazar olmak, televizyona çıkmak, "celebrity, fenomen" olmak falan değildi.


Hani Cem Yılmaz'ın bir lafı var ya "Ben para için bir şey yapmadım, ben yaptım para etti". İşte benim burda sivrilme nedenim de cidden böyle oldu.


Hala soruyorlar "Nasıl blogum çok okunabilir?" diye.


Vallahi bilmiyorum.


Gerçekten bilmiyorum.


Ben yazdım okundu işte.


Son olarak baştaki Dizüstü Edebiyat fikrini ortaya çıkaran başta Cem Mumcu olmak üzere herkese teşekkür ediyorum.

Olmadı ama; öyle kalamadı.

Beceremedik.


Kitabı çıkmış ve çıkacak olan herkese de (ister inansınlar ister inanmasınlar) ne diliyorlarsa onun gerçekleşmesini diliyorum. Haddim olmadan tavsiye olarak da şunu söyleyeyim : Her şey gerçekten gelip geçici. Ona göre davranın. 


Ben bundan sonra da yine en sevdiğim şey olan blog yazmaya devam edeceğim.

* Ortalıkta dolanan feyk muhabbetlerine de katkıda bulunayım. Feyk olarak tek hesabım Şevki Yılmaz adına açtığım twitter hesabıdır. Onu da yakında kapatacağım. Çok meşhur oldu, adam mahkemeye verecek beni. 

Koroplastik Aşklar

Posted by her boku bilen adam | Posted in , | Posted on 00:04

25

Neden hiç aşk yazmıyorsun?

Neden hiç ilişkiler yazmıyorsun?

Hangi aşk, hangi ilişkiler?

İlişkisi mi kaldı kuzum allasen. Sevişmesi mi kaldı?

İnsanlar artık sevişmiyor, çiftleşiyor.

Kimse birbirinden hoşlanmıyor aslında. Heyecan falan da kalmadı ki. Telefonuna "aşkım" diye kaydediyorlar birbirlerini; 3 ay sonra bir başkası oluyor o "aşkım". Değişense numara sadece. Hatta aynı operatörse ilk 4 rakam bile aynı kalıyor. Mesajlar bile aynı. Ama o yine "Aşkım" diyor başka adama/kadına, yine "Hayatım" diyor, yine "Seni seviyorum" diyor. Nasıl diyebiliyor benim kafam hiç almıyor.

Sana sarılıp, seninle ağlarken, sana en özelini açarken bir hafta sonra "eskisi gibi hissetmiyorum" diyebiliyor.

Nasıl yani eskisi gibi?

Hangi eski?

1 hafta eski mi ?

1 ay eski mi?

Gözyaşımız kurudu mu ki ?

Ben daha önceki gözyaşlarımı da alıp gelmiştim oysa. Onları hangi ara kuruttun?

Derken şarapla başlayan güzel sözleri; içine eşyalarının konduğu çöp torbasıyla sonlanmış buluyorsun.
O şaraptan koroplasta geçiş o kadar hızlı ki; içinde kadehler var sanıyorsun o çöp poşetinin. Ama yok işte. Bildiğin klorak lekeli tişörtün var içinde. Gerçi bunlar klorakı da bilmiyorlar çamaşır suyu diyorlar ya neyse.


Sana "Sensiz olamam, senden başkasını böyle sevemem" diyen sana söylediklerini bi başkasına söylüyor şu an. Sense salak gibi, aptal gibi, mal gibi hisleniyorsun.

Ne komik değil mi.. hislenmek, yani bir şeyler hissedebilmek salaklık, aptallık, mallık oldu baksana. Resmen bir şeyler hissedebiliyor oluşumuzdan utanır olduk. Ama lafa gelince aşk şudur, sevgi budur, sevgi emekti Samet ona baba demişti, yok erkek şunu yapar, kadın bunu yapar, kadınlar şöyledir.. Hassiktirin lan!

Anca aforizmalarla, iletilerle anlamlı cümleler kurmaya çalışarak yaşayın siz. Ne yaşıyorsunuz oğlum siz. Kurduğunuz anlamlı cümlelerin kaçının hakkını verdiniz?

Acınızı bile pazarlamıyor musunuz ki ona acı denirse.

Sevişmeleriniz, pardon çiftleşmeleriniz bile sizin için durum güncellemesinden ibaret.

I am @aşkım's yatak via kayfon.

Aslında hiç biriniz umrumda değilsiniz. Hatta yazı nasıl buraya geldi birden niye size kızmaya başladım onu da bilmiyorum. Son zamanlarda çok Behzat Ç. izlemeye başladım ben. Ondan bir celallenir oldum her şeye herhalde. Neyse hazır kızmışım ne yapıyorsanız yapın da şu şarkıları ellemeyin lan. Paylaşmayın orda burda.

Bu şarkıyı da çok sevmiştim ben zamanında. Hala seviyorum. Hep de seveceğim.



Cowboy Junkies - Blue Moon Revisited
I only want to say
That if there is a way
I want my baby back with me
'cause he's my true love
My only one don't you see?

And on that fateful day
Perhaps in the new sun of May
My baby walks back into my arms
I'll keep him beside me
Forever from harm

You see I was afraid
To let my baby stray
I kept him too tightly by my side
And then one sad day
He went away and he died

Blue Moon, you saw me standing alone
Without a dream in my heart
Without a love of my own
Blue Moon, you knew just what I was there for
You heard me saying a prayer for
Someone I really could care for

I only want to say
That if there is a way
I want my baby back with me
'cause he's my true love
My only one don't you see?

Undo

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 00:08

2

Barış'sız Büyümek

Posted by her boku bilen adam | Posted in , , | Posted on 01:59

17

Çocukken hepimiz aynıydık. Aynı şeylere gülüyor, aynı saçma şeylerden zevk alıyor, aynı oyunları oynuyorduk. Seçici değildik şimdiki kadar. Şimdiki gibi gösteriş meraklısı değildik. Ağlamak geliyorsa içimizden ağlıyor, saçmasapan gülmek geliyorsa koyveriyorduk umursamadan. Büyüdükçe kaybettik o içimizden geleni anında dışa vurmayı.

Hüzünler girdi bir sürü, ayrılıklar, acılar, saçmalıklar daha bir sürü şey.

Her birimiz farklı yaşadık o duyguları. Farklı hissettik ayrılıklarda. Farklı şarkıları dinledik, farklı anlamlar yükleyerek. Değiştik, büyüdük. Anlayamaz olduk o verdiğimiz farklı tepkileri de. Kızdık, güldük; yeri geldi dalga geçtik birbirimizle. Her birimiz bambaşka insanlar olurken bir tek o'na aynı duyguyu hissettik sanki.

Barış Manço'yu aynı özledik biz.

Çünkü o sadece çok büyük bir sanatçı, çok özel bir şarkıcı değildi.

Bizim çocukluğumuzdu.

Ve biz büyüyüp koca koca adamlar olurken, her olaya her yaşanana bin çeşit farklı tepki verirken, kutuplaşmak, öteki olmak, bizim gibi düşünmeyeni bir tarafa itmek için fırsat kollarken bir tek o bizi hep aynı noktada buluştururdu. Diyorum ya o bizim çocukluğumuzdu.

Bugün 12 yıl oldu Barış Ağbimiz öleli.

Bugün 12 yaşında olan bir çocuk hiç görmedi Barış Ağbi'yi.

Barış'sız geçiyor şimdi bir neslin çocukluğu.

Barış Ağbimiz her birimizi hiç ayırt etmeksizin "Adam Olacak Çocuk" ilan ederken; bugün çocuklar önlerine 3 tane buton koymuş jüriler tarafından daaaaat! sesiyle "yetenek siz" ilan ediliyor.

Biz cırtlak sesimizle bile Barış Ağbimiz'den 10 puan alırken, bugünkü çocuklar büyük adam gibi şarkılar söyleyip, koca kadınlar gibi makyaj yaptırılıp sms dilendiriliyor.

Biz çok şanslıydık be. Valla bak.

Barış Manço'yu gördük be oğlum var mı ötesi?

Kızlara kendini öptürüp "Bu eteği kaç paraya aldın" diyen Acun'la değil, dünyanın en güzel yerlerini biz gitmişiz gibi bize anlatan Barış Ağbimizle gezdik be dünyayı.

İnternette hayranları bir tık uzağındayken "Benimle böyle konuşamazsın, haddini bil" diyen meşhurlarla değil, her hafta bize hala hatrımızda olan "Barış Manço Moda, 81300, İstanbul" diye evinin adresini veren Barış Ağbimiz'le büyüdük be daha ne.

Herkesi özledik de Barış'la büyümeyi ayrı özledik.

Çok şeyi özledik de Barış'la büyümeyi aynı özledik.



Ali yazar Veli bozar
Küp suyunu çeker azar azar
Üzülmüşüm neye yarar?
Keskin sirke küpüne zarar.

Of offf .....
Gözümde yaş görseler
Erkek ağlar mı derler
Gökler ağlıyor dostlar
Ben ağlamışım çok mu?
Rahmet yağarken dostlar
Ben ıslanmışım çok mu?

Ali yazar Veli bozar
Küp suyunu çeker azar azar
Üzülmüşüm neye yarar?
Keskin sirke küpüne zarar.

Of offf .....
Bir gün dönsem sözümden
Düşerim dost gözünden
Dünya dönüyor dostlar
Bir sözden dönsem çok mu?
Devran dönüyor dostlar,
Ben dönmüşüm çok mu?

Of offf .....
Barış yolun sonunda
Yürü demek boşuna
Hayat duruyor dostlar
Ben durmuşum cok mu?
Yaşam bitiyor dostlar
Ben bitmişim cok mu?

Ali yazar Veli bozar
Küp suyunu çeker azar azar
Üzülmüşüm neye yarar?
Keskin sirke küpüne zarar. 

* Daha önce yazdığım "Barış'la Büyümek" yazısı için buna, Ali Yazar Veli Bozar videosunu bulduğum youtube kanalı için buna tıklayın.