Requiem for A Dream vs. The Fountain

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 20:13

Son 10 yılın en önemli yönetmenlerinden biri Darren Aronofsky.Henüz 29 yaşında yazıp yönettiği "Pi" ve ondan sadece iki yıl sonra yine senaryosu kendisine ait olan ve günümüzün klasikleri arasındaki yerini almış olan "Requiem for a Dream" ile şimdiden efsane olmuş bir adam.
Aronofksy'nin özellikle "Requiem for a Dream" ile tavan yapan ve kendisini en saygın yönetmenler arasına katan şeylerden en önemlisi kuşkusuz,kendi sinema dilini yaratmasıydı.Günümüzde pek popüler bir kavram bu.Malum,yönetmenler neredeyse birbirinin kopyası işler yapmaya başlayınca bu sinema dili kavramı da kaliteli yönetmenlerin,özgün işleriyle ön plana çıkmalarını sağlıyor.

Sinefil olarak adlandırılan,aralarına nacizane kendimi de kattığım seyirci kitlesine;filmin adını sanını duymasa da,bir sahnesini görerek bu film bir Tim Burton,Kubrick,Almodovar filmi diyebildiği gibi "Bu bir Aronofsky filmi" dedirtebilecek kadar kendini ispatlamış bir yönetmen.Ve bunu sadece iki filmle yapabilmiş biri.
Aronofsky'nin sinema dilini bize en iyi anlatan film kuşkusuz "Requiem for A Dream".Filmde yarattığı o kapkara havayı sanki içimize çekmiş gibiydik.Pek çok seyircinin filmden ağlayarak çıkması(yarısında değil sonunda),günümüz sinemasında,özellikle de uyuşturucu gibi,seyircinin kendisi ile bağdaştırmadığı bir konuda,üzerinden kalkması gerçekten çok zor bir işti.Ama buna rağmen genç yönetmen,Requiem'de seyirciyi filmin içindeki bir üçüncü göze çevirmeyi başarmış ve izleyenlerin adeta filmin içinde nefessiz kalmasına neden olmuştu.

Aronofsky Bunu Bize Niye Yaptı

Film öylesine rahatsız edici bir atmosfere sahipti ki filmle ilgili okuduğum bir yazının başlığı "Aranofsky bunu bize niye yaptı" idi.Filmi öven bir yazının başlığıydı hem de bu.Filmden rahatsız olanların da yaptıkları"iğrenç film,bunaldım,nefessiz kaldım" gibi ayağı yere basmayan eleştirilere aslında bir bakıma "filmin amacı zaten bu idi" diyen bir başlık.


Filmin başarılı olmasının kıstası zaten seyricinin ne kadar rahatsız olacağı ile doğru orantılıydı.Zira film gerek senaryosu,gerek de özgün çekim tekniği ve kurgusuyla seyirciyi filmin içine sokup onu boğmayı,nefessiz bırakmayı amaçlıyordu.
Filmde seyirciye anlatılan sadece kokain,eroin gibi drugs olarak adlandırılan uyuşturucular değil sex,televizyon,yemekler,para gibi daha da çeşitlendirebileceğimiz günümüzün insanlarını uyuşturan pek çok madde ve eylemin varlığı idi.Ve filmi beğenenler de beğenmeyenler de bundan hayli rahatsız oldular.Zira bu film günümüz insanının yüzleşmekten korktuğu pek çok zayıflığını,onun gözüne sokuyordu.Bunu yaparken de en karanlık yoldan yapıyordu Aranofsky.Üzerine bir de oyuncuların muhteşem performansları ve Kronos Quartet'in ülkemizde de her haber bülteninde kötü bir haber olduğu zaman kullanılan müzikleri de eklenince,film 10 üzerinden 10'luk bir filme dönüşüyordu.

Aronofsky sineması öyle kara bir yoldan gidiyordu ki;yeni Batman serisi başlarken proje ona emanet edilmiş,fakat prodüktörler onun senaryosunu haddinden fazla karanlık buldukları için anlaşmayı iptal etmiş ve projeyi Christopher Nolan'a vermişlerdi.
Düşünün bu yılın pek çok kişi tarafından bir hayli karamsar bulunan gişe rekortmeni filmi "the Dark Knight" bile Aranofksy'nin Gotham City'sinin aydınlatılmış hali.Kimbilir Heath Ledger'ın Joker'i onun ellerinde nasıl olacaktı.

İşte bu Aranofsky'nin,günümüzün bu dahi yönetmeninin bir aşk hikayesi anlatması nasıl olurdu kim bilir.The Fountain ile ilgili haberler ilk çıktığında sene 2002 idi.Artık markalaşan ve düşük bütçe ile çektiği iki harika filmin ardından büyük stüdyoların kucak açtığı bir yönetmendi.İlk iş olarak Brad Pitt,Cate Blanchett gibi oyuncularla çalışma şansına erişmişti.Zira filmin açıklanan ilk oyuncu kadrosunda bu isimler vardı.Hatta belki hatırlarsınız Brad Pitt aylarca sakal uzatmıştı bu film için.Artık Brad Pitt'i bile Usame Bin Laden kılığına sokan bir güce sahip olan Aranofsky stüdyonun "iş yapmaz bu film" diye diretmelerine bile karşı çıkıyordu.Derken Brad Pitt ayrıldı projeden.Artık beklemekten sakalı kaşındırdığı için mi,senaryoya güvenmediği için mi orasını bilemiyoruz.Sonra Cate Blanchett de gitti elden.

Ve nihayet Hugh Jackman ve gerçek hayatta eşi olan Rachel Weisz ile start aldı proje.Yanlarına da Requiem for A Dream filminde döktüren (Requiem'deki anne) usta oyuncu Ellen Burstyn de eklenmişti.Çekimleri tamamlanan film 2006'da vizyona girdi sonunda.

Proje yıllarca üzerinde çalışılan bir işe dönüşünce,ilk yayınlanan fragmanlar,resimler de harika bir görselliğe sahip olunca seyirci iyice sabırsızlandı.Böyle bir görsellik üzerine Aranofsky'nin potansiyeli eklenince beklentiler tavan yapmıştı.

The Fountain - İki Bin Yılın Sevgilisi

Şahsım adına,hayatımda izlediğim en büyük hayal kırıklığı filmlerden biri The Fountain.Filmde anlatılan aşk öyküsü iki saatlik bir eziyet bana göre.Aranosfky sanki "ulan o kadar adımız çıktı ne yapalım çekelim bari" demiş.Bana göre onun da içine sinmemiş bir film bu.Rachel Weisz'in oynadığı Izzi karakteri yazdığı kitabın sonunu "sen tamamlasana" diyor sevdiceğine.Sanki yönetmen "bir öykümüz var çıkış noktamız var ama biz bunu bağlayamıyoruz" demeye getirmiş bu sahneyle.Filmi sonuna kadar izleyince de hakikaten keşke tamamlanmasaymış dedim ben.

Filmin zayıf kalan senaryosunu üst düzey görsellikle kapatmaya çalışsa da bu görsellik de filmi kurtarmaya yetmiyor.Üstüne bir de Hugh Jackman'ın boktan oyunculuğu eklenince...
Bir Adem-Havva hikayesi mi anlatalım,yoksa bir bilim kurgu mu çekelim,ya da sürreal bir varoluş hikayesi mi anlatayım sorusuna hepsini karıştırayım belki ortaya bir şey çıkar diye cevap veriyor film.Ve haliyle bunu eline gözüne bulaştırıyor.
Filmin aşk hikayesi kısmı 3 ayrı zamanda geçiyor.16.yüzyıl İspanya'sı,2006 yılı ve gelecekte.
Açıkcası film bu yönüyle Serdar Gökhan ve Hülya Koçyiğit'in oynadığı televizyonda da ara ara oynayan "İki Bin Yılın Sevgilisi" adlı enteresan Türk filmini anımsattı bana.O film de 3 ayrı zamanda geçiyor ve sevgililer 3 ayrı zaman diliminde birbirleriyle kavuşmaya çalışıyordu.İzlediğim zaman komik gelen bir filmdi bana.Her ne kadar zamanın şartları gereği iyi niyetle yapılmaya çalışılmış olsa da absürt olmaktan öteye gidemeyen bir filmdi.

Ve malesef The Fountain'i izlerken de "İki Bin yılın Sevgilisi" adlı filmden pek de farklı olduğunu düşünmedim.

Yapma Rüştü !!!

Aranofsky malesef bir kere daha sordurtmuştu kendisini izleyenlere "Bunu bize niye yaptı" diye.Ama bu sefer pek olumlu anlamda değildi bu soru.
Bir bakıma da Aranofsky'nin aslında düşük bütçe ile daha iyi film yapabildiğini gösterdi bu deneyim bize..Requiem de Pi de gayet mütevazi bir bütçe ile çekilen muazzam filmlerken,the Fountain ise sosu bol olan tatsız bir yemekten öteye geçemiyordu.

Yeni filmi "the Wrestler"in fragmanını görünce de sanki bu tez doğrulanmış gibi geldi.Daha filmi izlemedim;ama düşük bütçeli ve kaliteli bir film olduğu fragmanından belliydi.
Umarım yine "bir Aranofsky filmi izledim" diyebileceğimiz bir film olur.

*Ben de yazıyı,sanki devamı varmış gibi sonlandırıyorum.Sorun kendinize "HBBA bize bunu niye yaptı"

Comments (12)

Fountain ı, geçen yaz seyrettim. Sonra sırf yönetmene olan saygımdan hiç birşey olmamış, sanki böyle bir film çekmemiş gibi filmi kutusuna kaldırıp günüme devam ettim:) Neyse ki sen seslendirmişsin. Üzerimden bir yük kalktı:p
Rachel Weisz e bayılırım.!

Aranofsky hakkında yaptığın tüm yorumlara, filmleri hakkındaki tüm eleştirilerine birebir katılıyorum. Hugh Jackman'ın oyunculuğuna yaptığın yakıştırmaya da:) Bugün "Australia" filmindeki rolü için, ben de benzer şeyler yazdım:) Ama bu yazını kendim yazmışım gibi hissettim ve seni de beni de takdir ettim:)))

ben de uzun zamandır bekletiyordum bu filmi.sinemada kaçırmıştım sonra duydugum okudugum eleştiriler pek bir kapatmıştı iştahımı.o yüzden zaman geçsin istedim ve daha geçen hafta izledim.
ve inanın izlerken o eleştirilerin hepsinden arınmış objektif bir bakış açısıydı;ama malesef doğru çıktı bu kadar yerden yere vurma.
neyse iş kazası diyelim geçelim."the Wrestler" pek bir hoş geldi,Mickey Rourke cuk oturmuş gibi.
popüler yorum,valla aklın yolu bir diyorum sadece ve hem seni hem kendimi kutluyorum ben de:)

last exit to brooklyn bence kendini kötü hisset filmlerinin şahıdır nerde requem e övgü görsem yazarım,ikiside hubert selby jr ın hastalıklı beyninden çıkmıştır

ben belki de o senaryo boşluklarını kendim doldurduğumdan, çok beğenmiştim fountaini, ama esas aronofsky seçmecem Pi'dir.

Yazdıklarına katılıyorum.Aronofsky i requiem for a dream filmini izlerken taktir ettim.Aronofsky seninde yazdığın gibi kendine özgü sinema dilini iyi kullanan bir yönetmen.Beğendiğim filmler arasındadır.Çekim teknikleri olsun,filmi anlatış tarzı olsun etkiliydi.Hatta filmle ilgili bende birkaç konuya yer vermiştim bloğumda..

Filmi seven bir ben varım herhalde :)
Görselliğine de vurulmuş olabilirim, bilemedim şimdi :D

ben sevdim filmi yaa.. gecen yaz izlemistim ve hala arada bir aklıma gelir kareler o derece etkilenmisim o gorsel solenden :) sırf boylesi buyuleyici bir atmosfer yarattigi icin bile cok sevdim ki bu berbat dunyada kacmayı umdugum bir yer :DDD

ben sevdim filmi yaa.. gecen yaz izlemistim ve hala arada bir aklıma gelir kareler o derece etkilenmisim o gorsel solenden :) sırf boylesi buyuleyici bir atmosfer yarattigi icin bile cok sevdim ki bu berbat dunyada kacmayı umdugum bir yer :DDD

ben sevdim filmi yaa.. gecen yaz izlemistim ve hala arada bir aklıma gelir kareler o derece etkilenmisim o gorsel solenden :) sırf boylesi buyuleyici bir atmosfer yarattigi icin bile cok sevdim ki bu berbat dunyada kacmayı umdugum bir yer :DDD

ben sevdim filmi yaa.. gecen yaz izlemistim ve hala arada bir aklıma gelir kareler o derece etkilenmisim o gorsel solenden :) sırf boylesi buyuleyici bir atmosfer yarattigi icin bile cok sevdim ki bu berbat dunyada kacmayı umdugum bir yer :DDD

ben sevdim filmi yaa.. gecen yaz izlemistim ve hala arada bir aklıma gelir kareler o derece etkilenmisim o gorsel solenden :) sırf boylesi buyuleyici bir atmosfer yarattigi icin bile cok sevdim ki bu berbat dunyada kacmayı umdugum bir yer :DDD